31 Ekim 2012 Çarşamba

Dostluk Ateşi / Paulo Coelho - Elif

”Para sıkıntısı çeken bir adam, patronundan yardım ister. Patron ise onunla iddialaşır: eğer bir dağ başında bütün bir gece tek başına kalabilirse büyük bir ikramiye alacaktır. Yok başaramazsa o zaman patrona bedava çalışacaktır. Dükkanda
n çıkarken dışarıda buz gibi bir rüzgar estiğini görür. İçine bir korku düşer ve iddiaya girmekle bir delilik yapmadığından emin olmak için en iyi arkadaşı Aydi’ye akıl danışmaya karar verir.

Aydi biraz düşündükten sonra cevap verir; “Sana yardım edeceğim. Yarın sabah dağın tepesine çıkınca hep ileriye bak. Ben komşu dağda senin için harlı bir ateş yakıp bütün gece bekleyeceğim. Ateşi seyret, arkadaşlığımızı düşün, için ısınsın. Sen istediğini elde edeceksin, sonra benim de senden bir isteğim olacak.”

İşçi iddiayı kazanır, parasını alır ve sonra arkadaşının evine gider: “Benden bir şey isteyecektin.”

Aydi karşılık verir: “Evet, ama derdim para değil. Söz vereceksin, eğer günün birinde hayatımda buz gibi bir rüzgar eserse sen de benim için dostluk ateşini yakacaksın.”

Paulo Coelho - Elif / Dostluk Ateşi

30 Ekim 2012 Salı

‎''Kendimle konuşuyordum o gece. 'Ağlama dedim, ağlama sakın, bir damla gözyaşın senin kazanıp yitirdiğin her şeyden üstündür. Böyle birden yok oluyorsa her şey, bırak her şeyi dedim, bırak dünya ile vedalaşmayı. '

O gün anlamıştım aslında büyüklüğün ve gururun gitmesi, canın elden gitmesinden daha çok can yakardı. 'Her gün hangi hüzün geldiyse karşına, çaldıysa kapını ansızın, çıkacağı vardır demek ki dedim'. O günden sonra mühürlenmiş duyguların sığınağında geçirdim hayatımı. Bir battaniye sıcaklığı gibi duygularımı sıkıca sardım. İzin vermedim üşümeye.

Anlıyorum insanları da kendimi de. Garip bir cilveydi bu, körü körüne inandığın, yapmak istediğin şeyleri yaptıktan sonra pişmanlık duymak, evet gerçekten garip bir cilveydi bu. Hepimizin hayatının bir anında mutlaka bulunan bir gerçekti bu. Başta önemsiz gibi gözükür bu gerçek, sonra kaybedince anlarsın değerini.

Ama yine de teselli ederdim kendimi. O günden sonra, shakespeare okurdum. Tek bir cümlesiyle bile hayatımın akışını durdururdum, paragraflarımı sonlandırırdım, yazılamazdı üstüne.''

Yiğitçe alınmış bir yara, soylu bir yara, onurun ve soyluluğun nişanıdır.
W.Shakespeare.

Özgür Bacaksız

22 Ekim 2012 Pazartesi

Aldatıldığını hissedersin… Ama kimse seni aldatmadı; bütün bu kargaşanın sahibi sensin...

Neden yaşıyorsun? Hiç sordun mu? Burada ve şu anda uğruna yaşanacak hiçbir şey yok. Yalnızca umut var. Şu anda neden yaşıyorsun? Neden her sabah kalkıyorsun? Neden tüm güne yeniden başlıyorsun? Ve sonra yeniden, yeniden? Bu tekrar neden? Sebep ne? Şu anda, neden yaşadığına dair bir sebep bulamıyorsun. Bir şey bulsan da geleceğe dair olacak… Bir şeyin olacağına dair bir umut; bir gün ‘bir şey’ olacak. O günün ne zaman geleceğini bilmiyorsun; ne olacağını bile bilmiyorsun… Ama bir gün ‘bir şey’ olacak ve bu yüzden yaşamaya devam ediyorsun, hayatını sürdürüyorsun. İnsan yalnızca umut içinde yaşar ve bu yaşam değildir; çünkü umut demek düş demektir. Burada ve şu anda yaşamadığın sürece canlı değilsin. Ölü bir ağırlıksın ve tüm umut ettiklerini yerine getirecek o yarın asla gelmeyecek. Ölüm geldiğinde, ancak o zaman artık yarın olmadığını, artık erteleyemeyeceğini fark edersin; o zaman hayal kırıklığı yaşarsın, aldatıldığını hissedersin… Ama kimse seni aldatmadı; bütün bu kargaşanın sahibi sensin... 

Osho

19 Ekim 2012 Cuma

yavaş yavaş tükeniyorum.


zaman zaman kuşlar konuyor
gün ortasında yüreğime
hasretin habercisi
susuyorum

çayırları biçiyor sonra,
tanımadığım birileri içimde
zamansız bu hasat
acıyorum

kahrediyor
zamansız esen rüzgarlar
kokun kayboluyor
üşüyorum
...................

Oya KARAEGE

18 Ekim 2012 Perşembe

Herkes boyun eğen insanlar ister...

‎''Herkes boyun eğen insanlar ister. Anne babalar boyun eğen çocukları sever ve unutma ki boyun eğen çocuk en aptal olandır. Başkaldıran çocuk ise zeki olandır ama ona saygı duyulmaz ya da o sevilmez. Öğretmenler onu sevmez, toplum ona saygı göstermez; o kötülenir. Ben ise senin çocuklara saygı duymanı isterim...''

Osho - Çocuklar Üzerine

15 Ekim 2012 Pazartesi

Çok Güzel Şey & MELİH CEVDET ANDAY

Yaşamak güzel şey doğrusu
üstelik hava da güzelse
hele gücün kuvvetin yerindeyse
elin ekmek tutmuşsa bir de
hele tertemizse gönlün

hele kar gibiyse alnın
yani kendinden korkmuyorsan
kimseden korkmuyorsan dünyada
iyi günler bekliyorsan hele
iyi günlere inanıyorsan
üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu!!

10 Ekim 2012 Çarşamba

Kendi Mutluluğumuzu Hava Boşluğuna Bırakıyoruz & Özgür Bacaksız

Sefalet içinde olmasına rağmen tanıdığım insanlar vardı, mutluydular. Çünkü tutkulu insanlar mutsuzdu, hayat birazda beklentisiz yaşamak kanımca. Akışıyla yaşamak, var olanla yaşamak, bilerek yaşamak mutluluğun en güzel çizgisi. Epikür yüzyıllar önce bastıra bastıra demiş, "Azla mutlu olmayan insan hiçbir şeyle mutlu olamaz." Çünkü arayış bir mutluluk kaybıdır. Saplantısız bir devirde bizler bir ş
eyleri ararken kendi mutluluğumuzu hava boşluğuna bırakıyoruz.

Hayatı zevkli kılan şeyler, kolay bulunan şeyler bence, pahalı olmayan, ilk gözüne çarpan ve içinde tatlı bir tebessüm bırakan o duygu, o anlar.

Sakin kafayla düşünmeden, bin bir cehennemin ortasına dalıyoruz. Pahalı şeyler satın alarak kaynağını bilmediğimiz sorunlarımıza geçici bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. Salgın hastalık gibi yayılıyor bu hastalık.

Bedenin acısı çok azdır bilir misiniz? Yani beden siz ona acı vermeden acımaz. Acıyı uzak tutarsanız acı size uğramaz. Doğanın istediği de bu, sen lüks aramaya çalışırsın, ama zaten doğa sana lüks olanı sunar.

Keyif almak istiyorsan bir şeyleri görmelisin, vermelisin, sonra almalısın. Kendine ne olduğunu sorduğunda anladığında, bütün evrende ne olduğunu anlamış olursun. Konforlu hayat aramayı bırakın, hiç bulamayacaksınız. Şifayı, mutluluğu sizi yaralayan, görmek isteyipte göremediğiniz, cesaret edemediğiniz o değerlerde bulabilirsiniz.


Lades

Küçükken sofrada yemek sonrasında lades oynardık, özellikle annemin tavuk yaptığı günleri beklerdim, sevinç dolu bir heyecan vardı o oyunda. İki tavuk butunu yedikten sonra,

"-Ladesim lades olsun mu?
-Olsun.
-Yerde ne var?
-Nohut.
Gökte ne var?
-Bulut.
-Sen bunu kırk gün kırk gece unut."

Bu söz üzerine, kemiği çekerek koparmak! Galiba hayatın en gerçekci mutluluklardan biriydi. Sorarım size, büyük bir mutluluk değil mi bu küçük mutluluk? Ucuz bir pansiyonda duş almak, düşen düğmenizi tekrar dikmek, ayaklarınızı serin bir denize sokmak. Bir zamanlar yaptığın o kağıttan gemiyi düşünmek? Büyük bir mutluluk değil midir bunlar? Önemli mevkileriniz, duyu organlarınız bunlara engel mi ? Kafamızı derleyip toparlamamız gerekirken evimiz derli toplu görünsün diye raflar satın alıyoruz, sonra kendi beynimiz ürün yerine geçiyor.

Biliyorum asıl aradığımız şey 'özgürlük', ama bunların en ucu küçük şeylerin hayata yansımasıyla başlar, düz ve komun yaşam varken en zor yaşamı seçiyoruz. Yalnızlık ve bağımsızlık gereksinimi de buradan kaynaklanıyor. İnsan mutluluğunu beyninde değil, köşelerde arıyor.

Yüksek mutlulukları değil, size yaşama direnci veren o küçük mutlulukları düşünün. Değişmek istemiyoruz bunu da biliyorum, her değişme mutluluk istikrarı için bir tehdit.
Ama bu risk denemeye değer.

Ömrünün en mutlu döneminden faydalanmazsan, hayat tarlan hep çorak kalır adamım.
Küçük şeylere gülümse.

Özgür Bacaksız

8 Ekim 2012 Pazartesi

''en büyük delilik insanın kendi tımarhanesinden kaçmasıdır.''

Kendimi yalnız hissettiğimde güvende olduğumu hissetmişimdir hep. Yalnız adamlar yalnızken düşünür, bu anlar hoşuma gider. Ve bu anın kendime bir hapishaneden daha özgür olduğunu hatırlatmışımdır hep. Bilirsiniz şizofrenlerde yalnızdır, a
ma hep hatırlarlar, zekidirler. Aslında asıl yalnızlık, insanların sadece kendilerini düşünmeleri. Büyük bir toplumda insanların sadece kendilerini düşünmeleri ilginç gelmiştir bana, asıl ilginç olanıysa bizim gibi adamların yalnızken başkalarını düşünmeleri.

Delilik çok yani, dışarıda insanın kendisini kaybetmemesi için neden yok. Bazen dışarda kargaşa yaşanmıyor, insan şaşırıyor tabi İstanbul gibi yerde. Eve huzurlu gelmekte bir delilik diyorsun.

Sonrasına gelince biz deliler kimi affedeceğimizi de bilmiyoruz. Istırabımızı azaltan şey affetmek, ama ortada affedecek bir şey de yok. Kendimizi affediyoruz işte şizofrence. Belki de geçmişte kalan bazı parçaları. Bazen her şey tesadüfür, eninde sonunda hiçbir şeyin anlamı yok dersin kendi kendine, herkes yalnızdır diye haykırırsın. Yalnız doğdum, yalnız öleceğim dersin. Kendini kandırırsın işte, belki tesellidir. Ya da biri çıkar kandırır seni, inanırsın delilikten çıkacağına. Sonra seni başka tımarhanelere götürür, beynindeki o acıları tekrar yaşatır.

Azizim biz hep kaçtık işte... Birilerinden, bir kaçından, sinsice duygularımıza cellatlık buyuran herkesten. Bizimkisi delilik ama kendi adımıza delilik. Bizim tımarhanemiz yalnızlığımız.

Ve azizim deli söylüyor diye değil, ama bil ki ''en büyük delilik insanın kendi tımarhanesinden kaçmasıdır.''

Özgür Bacaksız

Görebilseydim…

Görebilseydim… Diğer çocuklar gibi köy okuluna giderdim. Ama ben dünyanın öbür tarafında körler okuluna gitmek zorundayım. Öğretmenim Tanrının körleri daha çok sevdiğini söyledi. Çünkü onlar göremiyormuş. Ben de eğer öyle olsaydı bizi kör yapmazdı, çünkü böyleyken onu göremeyiz dedim. O da bana “Tanrı görünmezdir, o her yerdedir. Onu istersen hissedebilirsin, parmaklarınla onu görebilirsin” dedi. Ben de her gün parmaklarımın dokunduğu her şeyde Tanrıyı aradım… Ve ona her şeyi anlattım. Kalbimdeki sırları bile…

Mohsen Namjoo- Cennetin Rengi

4 Ekim 2012 Perşembe

Kırılgan & Murathan MUNGAN

Kırılgan bir çocuğum ben.
Yüreğim cam kırığı.
Bütün duygulardan önce öğrendim ayrılığı.

Saldırgan diyorlar bana,
Oysa kırılganım ben.
Gözyaşlarım mücevher; saklıyorum herkesten.

Ürküyorlar gözümdeki ateşten,
Ürküyorlar dilimdeki zehirden,
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen, gözükara cesaretimden.

Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?

Bir yanım çılgın nar ağacı,
Bir yanım buz sarayı.

3 Ekim 2012 Çarşamba

İnsanlar Gider & Aziz NESİN




İnsanlar gider şarkıları kalır,
Şarkılar var uzun,
Yüzyıllar dolanır..
Şarkılar var kısa,
Söylendiği yerde kalır..
Şarkılar var benim şarkılarım,
Söyletmezler içimde kalır._

2 Ekim 2012 Salı

HABERİN VAR MI TAŞ DUVAR? / AHMED ARİF



Haberin var mı taş duvar? 
Demir kapı, kör pencere, 
Yastığım, ranzam, zincirim, 
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim 
Zulamdaki mahzun resim. 
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş 
Karanfil kokuyor cigaram 
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin..

1 Ekim 2012 Pazartesi

Kapadokya


”Çok şeyi olan değil, çok veren zengindir. Bir şeyi yitirmekten korkan istifçi ne kadar çok şeyi olursa olsun, ruhbilim dilinde yoksul ve yoksun bir kişidir. Ancak kendinden bir şeyler verebilen kişi zengindir.”

Erich Fromm - Sevme Sanatı

YAŞAMAK & AHMET İDİZ



............................

Sen kim olduğumu biliyor musun demek yerine
Senin ne kadar iyi olduğunun bilinmesi ne güzel
Ağrısız baş, gözlerde sevinçlerden yaş olması ne güzel
İşin düşmeden de dostlarını aramak ne güzel...
....................
Sevgiyi hak edene vermek, sevindirmek 
İnsanları kaybetmeden önce değerini bilmek
Arkandan hayır dualar bırakacak
Eşini, çocuğunu, dostlarını bırakmak ne güzel


Bilgelik, bizim olanı ve olmayanı bilmek, ona göre davranmaktır.

‎''Nasıl saat günün bir parçasıysa ben de öylece bütünün bir parçasıyım. Saat gelir geçer, ben de gelir geçerim. Görevim elimde olanı yapmak ve üst yanına kulak asmamaktır. Deniz yolculuğuna çıkarken gemiyi, kaptanı ve mevsimi seçerim. Bu benim işimdir. Yolda bir fırtına koparsa asla umursamam. Bu benim işim değildir. Kaptanı seçmek benim elimdedir, fırtınayla uğraşmaksa kaptanın elindedir. Bilgelik, bizim olanı ve olmayanı bilmek, ona göre davranmaktır. ''

Epiktetos - Düşünceler