31 Mayıs 2012 Perşembe

Hayata dair bir ders


Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı.

Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım.

Son soru şöyleydi :

'Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir ?'

Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri silerken, hemen her gün görüyordum.

Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki !

Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim.

Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu.

'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...

'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar…

Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'

Bu dersi hayatım boyunca unutmadım.

Hademenin adını da...

Dorothy idi.

Kendinize Güvenin Çünkü Siz Başaracak Güce Sahipsiniz!



Kral, emri altındakileri önemli bir görev için sınamak istemiş. Bunun için kralın etrafında birçok güçlü ve akıllı adam toplanmış. Kral onları, daha önce hiç görmedikleri kocaman bir kapının önüne getirmiş ve onlara şöyle seslenmiş: “Siz çevremdeki akıllı ve güçlü insanlarsınız. Benim çözemediğim çok büyük bir problemim var. Bu problemi çözmenizi istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve en ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bu kapıyı açabilirsiniz?”

Saray mensuplarından bazıları “Açamayız.” der gibi başlarını sallamışlar. Daha akıllı olan bazıları ise kapıya yanaşmışlar, onu yakından incelemeye başlamışlar. Ancak onlar da bu kapıyı açmaya güçlerinin yetmeyeceğini kabul etmişler. Diğerleri ise “Akıllı insanlar kapıyı açamayacaklarını anladıklarına göre bizim bu kapıyı açma şansımız olamaz!” deyip hiç teşebbüste bulunmamışlar.

Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirmiş, elleriyle yoklamış, açmak için çeşitli yolları denemiş ve en sonunda kapıya kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılmış. Meğer kapı zaten tam kapalı değilmiş ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şey gerekmiyormuş. Kral vezire şöyle seslenmiş: “Sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen alacaksın.”

Zaferler ilk önce insanın beyninde kazanılır. Gerekli olan cesareti göstermeyip atılması gereken adımları atmazsanız başarıya ulaşma şansı olamaz. Çevrenizde sizin umutlarınızı kırıcı olaylar gelişebilir veya sizin başarmak istediğiniz işin altından kalkamayacağınızı söyleyenler bulunabilir. Unutmayın ki bütün bu olayları boşa çıkarmak, konuşanları yalancı konumuna düşürmek sizin elinizde. Kısaca kapıyı açacak olanlar sizlersiniz. Önemli olan o cesareti gösterip adım atmak.

İnsan, hak ettiğini yaşayan bir varlıktır. İnsanoğlu hayvanlardan farklı olarak seçme isteğine ve iradesine sahiptir. Hiçbir insan yaptığı yanlışları başkalarına yükleyemez. Çünkü kendisi yanlışı seçmiş ve o yönde gerekli olan iradeyi göstermiştir. İnsanoğlunun hayatında yapması gerekenler ve yapmak istedikleri olmak üzere iki ayrı yol vardır. Bu iki yolun birbiriyle genelde çakışmadığını belirtmem gerekiyor. Nasıl mı? Mesela canınız ders çalışmak yerine televizyon seyretmek istiyor olabilir. Burada yapmak istediğiniz televizyon seyretmek olmasına karşın yapmanız gereken ders çalışmaktır. İşte, başarıyı yakalayan insanlar bu iki seçenekten birisi olan yapması gerekenleri eyleme geçirenlerdir. Çünkü her gülün çevresinde dikenler vardır. Dikenlere katlanmadan gülün yapraklarına dokunamaz ve o güzelliği koklayamazsınız. Yapmanız gerekenler çoğunlukla hoşunuza gitmez, ancak dediğim gibi dikenlerin arasındaki gülleri görür ve onları düşünürseniz o zorlukları aşmanız daha kolay olacaktır. İlk adımı atmak zordur, ancak belki de başarı için atılacak en önemli ve en büyük adım bu adımdır. O cesareti ve kararlılığı göstermeseydiniz şu an bu yazıyı okuyor olmazdınız.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kimlere eğitimli diyeceğim?...


Ben öncelikle koşullar tarafından yönetilmek yerine onlara egemen olan, her fırsatı yiğitce karşılayan ve zekice hareket eden, tüm iş ve ilişkilerinde onurlu olan, huysuz kişilere ve olumsuzluklara iyi yaklaşan, ayrıca zevklerini kontrol altında tutan ve talihsizliklere boyun eğmeyen, başarıyla şımarmayan insanlara eğitimli derim.

'Sokrates'

Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin



haberin var mı taş duvar,
demir kapı, kör pencere,
yastığım, ranzam, zincirim,
uğruna ölümlere gidip geldiğim,
zulamdaki mahzun resim,
haberin var mi?
görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
karanfil kokuyor cigaram
dağlarına bahar gelmiş memleketimin..
Ahmet Arif

25 Mayıs 2012 Cuma

Yanlışı da öğrensin, doğruyu da!


Çocuklarınızı aşırı kollamayın,
Acılarla yüzleşme fırsatı verin ki,
Hayatla tek başına mücadele edecek gücü olsun.
Bakış açısını öyle geliştirin ki,
Kabullenme gücü olsun.
İnsanları tanıma fırsatı verin ki,
Gerçek yüzleri görerek büyüsün.
Yanlışı da öğrensin doğruyu da,
Yanlışı görsün ki,
Doğruyu seçmeyi bilsin... 

Bugün ölmeliyim



Bugün ölmeliyim
Bugün istemediğim kadar yalnız
Dayanamayacağım kadar yorgunum
Bir yaprağın kıpırdayışı devirebilir beni
Her şey kara, her yer ıssız
Karanlıktayım
Hiç bir konuya, hiç bir zamana dair
En ufak ümidim yok bugün
Bugün yaşamadım, nefes almadım
Varolmadım
Bir yüküm
Hiç bir şey olması gerektiği gibi değil
Korkuyorum
Hiç bir şey hiç bir zaman
Olması gerektiği gibi olmayacakmış gibi bugün
Bugün istemediğim kadar yalnız
Boyayamayacağım kadar sarısıyım yaprağımın
Dinlediğim şarkının buruk melodisi
Gözyaşımın damlasıyım
Bugün denizimde kopan fırtınam
Çıldıran dalgalarımın köpüğüyüm
Haykırışlarımın boşunalığıyım bugün
İçimdeki volkanın sönüklüğü
Düşüncemin çıkmaz sokağıyım
Hüznüme ortak bir tek kalem bugün
Bugün istemediğim kadar yalnız
Yarın ölemeyecek kadar yorgunum
Bugün ölmeliyim
Necla Yılmaz, 07.10.1996

SEVGİLERDE / Behçet NECATİGİL



Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya
her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Behçet NECATİGİL

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ben de moralinizi bozmak için yazdım zaten.



Izdırap sayesinde çok şey kazandım, çok meyve yedim. Hayatı gördüm, iliklerime kadar işleyen her soğuk acıda biraz daha büyüdüm. Ruhumun çalkantısıyla amansız trajediler yaşadım. Fakat hayatımı kazandığım şeylerle kıyasladığımda mutluluk çok sefil kalıyor. Mutluluğun yüce bir yanı yoktu, sadece insana birkaç gerçeği gösteren birkaç saat başının ağrısını kesen toz bulutu.

Mücadelelerimdeki ihtişamlar bile mutlulukta yok. Bu yüzden aşırı değişmek, aşırı mutluluk biraz da gerçek mutluluğa engel. Uğursuzdur aşırı mutlu olmak, gün gelir uğursuzluğunu gösterir. Bu düzenim, yaşantım, amaçlarım her türlü sevinç ve mutluluktan yeğ.

Oscar Wilde'nin bir sözünü hatırlatırım, aslında en güzelini o demiş; 'Bir yaşamdan fazla bir yaşamla yaşayanlar, ölürler bir'den fazla.''

Bir yaşamdan fazlasını isteyenler, alçaktır. Mutluluğun fazlasını isteyen hayatı hiç yaşamamıştır. Mutlu oldunuz mu ?

- Yok biliyorum.

Ben de moralinizi bozmak için yazdım zaten.

Özgür Bacaksız

22 Mayıs 2012 Salı

Önemli Olan İçtenliktir...


            İşin kötüsü, yanlışını görememektir. Öyle olaylar oluyor ki kendimi haklı sanıp savaştığım, bu uğurda kavga ettiğim ve o kadar eminim ki haklılığımdan... Bazen çok zaman geçmesine bile gerek kalmadan, teoride haklı ama özünde hatalı olduğumu farkediyorum. Yapılan davranışı eleştirirken ve bunun yanlışlığını anlatmaya çalışırken, o davranışın nedenini anlayamamanın hayal kırıklığını da yaşıyorum beraberinde. İçim sızlıyor böylesi zamanlarda, üzülüyorum göremediklerime, ya da görüpte algılayamadıklarıma... Bu durumda tek tesellim olayı anlamış olmak ve bunu telafiye istekli olmamdır.
       Gönlümü sorguya çekiyorum, vicdan mahkemesinde sorguluyorum onu, kötülükle yapmadığımı anladıktan sonra önce kendimi affediyorum sonra da karşımdakinden af diliyorum. Onu ne şekilde anladığımı, neyi göremediğimi itiraf ediyorum. Bütün bunları yaparken, yüreğimin sesini dinliyorum hep, gerçekte ne hissediyorsam onu çıkarıyorum ortaya ve sözlere döküyorum elimden geldiğince. Bu yöntemi en çok kızım üzerinde uyguluyorum, yanlışım varsa ve ben bunu anlamışsam mutlaka özür diliyorum ve bu özrümün arkasında duruyorum. Tutamayacağım sözleri vemiyorum. Elbette her şey bu kadar düzenli ve özenli gitmiyor, çarpışmalar, atışmalar, bazan gülerek bazan öfkeyle yapılan taşkınlıklar da oluyor. Ama asıl önemli olan samimiyetimizdir inanın bana...
            Karşımızdaki insanı değiştiremeyiz, bu boşuna çabadır ama kendimizi değiştirebiliriz. Kendimizi değiştirdiğimizde ve doğru davranışları benimsediğimizde, gençlerle var olan sorunun yarısını aşmışız demektir. Çünkü sorun tek taraflı değildir. Büyükler de hatalar yapabilir. Hele ki olumlu iletişim yönünde temeli zayıf olan, biz günümüz anne-babaları için, bu durum kaçınılmazdır. Önemli olan bunun farkına varıp çözüme yönelik adımlar atmamızdır. 

Yılmaz Güney, Oğluma Hikayeler.


Hayata seyirci kalmak kötüdür oğlum.

Baba oğlunu kucakladı, bir çeşit sarsalayarak “Bak sana ne anlatacağım” dedi. “Bu annene kalırsa sen hapı yutarsın oğlum. Çünkü senin annen tıpkı benim anneme benziyor. Benim annem de böyleydi, beni çok severdi. Titrerdi üstüme. Ailenin tek çocuğuydum. Başıma iş gelmesin diye, ‘aman ağaca çıkma oğlum, düşersin’, ‘aman suya girme oğlum, boğulursun’, ‘aman kimseyle güreşme, bir yanını kırarsın’ diye diye beni her şeye seyirci bir insan haline getirdi. Hayata seyirci kalmak kötüdür oğlum. Hayatın iyi, uslu bir seyircisi olmaktansa, hayatın içinde başarısız bir adam olmak bin kere daha iyidir. İyi bir boks seyircisi olmaktansa kötü bir boksör olmayı göze almak daha iyidir oğlum.”

Kabul edilmek, sevilmek için ne yapacağını şaşırmış yetişkinler olup çıkarız.


            “Dünyada çatışmadan bol ne var”, dedi Hilal. “Etraf çatışmadan geçilmiyor, mesela bu vagonda olduğu gibi.”
            Son zamanlarda sesi soluğu kesilmiş olan kız, aniden yolculuğun başındaki haline dönmüş, küllenmiş bir ateşe körükle gidiyordu. Savaş meydanını fethetmiş, yeni elde ettiği iktidarını kabul ettirmeye çalışıyordu. Yayıncı hanım, bu taşın kendisine atıldığını anlamıştı.
            “Çatışma kendini bulamamış ruhların işidir,” diye genel geçer bir karşılık verdi, ama hedefi tam onikiden vurmuştu. “İnsanlar beni anlayanlar ve anlamayanlar diye ikiye ayrılır. Beni anlamıyorlarsa, bırakırım o insanlar gönlümü kazanmak için eziyet çeksinler.”
            “Çok ilginç, ben de böyleyimdir” diye yeni hamle denedi Hilal, “Kendimi hep olduğum gibi kabul etmiş ve kafama koyduğumu elde etmişimdir. En basitinden şu an bu vagona yerleşmiş olmam gibi.”
            Yao ayağa kalktı. Bu tür konuşmalara tahammülü yoktu.
            Yayıncım bana baktı. Ne yapmamı bekliyordu? Taraf tutmamı mı?
            “Ne söylediğinin farkında değilsin,” dedi yayıncım bu kez dosdoğru Hilal’in gözlerinin içine bakarak. “Ben de gücüm herşeye yeter sanırdım, ta ki oğlum doğuncaya kadar. O an dünya sanki başıma yıkıldı, kendimi zayıf, anlamsız, onu korumaktan aciz hissettim. Kimin her şeye gücü yeter, bilir misiniz? Çocukların. Çocuk güvensizliği, korkuyu bilmez, kendi gücüne inanır ve tuttuğunu koparır.
            Ne var ki çocuk zamanla büyür. Zannettiği kadar güçlü olmadığını, ayakta kalabilmek için başkalarına muhtaç olduğunu anlamaya başlar. Severse sevilmek ister ve yaşadıkça karşılık görme arzusu iyice büyür. Sahip olduğu güç de dahil heşeyi fedaya hazırdır, yeter ki sevdiği kadar sevilsin. Sonunda şimdi bulunduğumuz noktaya varırız: Kabul edilmek, sevilmek için ne yapacağını şaşırmış yetişkinler olup çıkarız.


Paulo Coelho "Elif' kitabından alıntı.

20 Mayıs 2012 Pazar

Hammadde aynı olmalı ama şekli kabul edilir şekilde değiştirilmeli.


            Bilim adamları insan doğası üzerine çeşitli araştırmalar yapmışlardır. Bir gurup bilim adamı tarafından rekabetçilik ve saldırganlığın doğuştan var olan güdüler olduğu düşünülmüştür.  Modern psikolojide ise bunun sonradan geliştiği yönündeki düşünce ağır basmaktadır.  “ Saldırgan davranış, çoğu zaman, tehdide ya da yoksun bırakılmaya karşı tepkidir. Eğer gerçek buysa, tehdit edici ve hayal kırıklığına uğratıcı durumları mümkün olduğu kadar elimine ederek insan saldırganlığı önemli ölçüde azaltılabilir. Örneğin, eski çocuk büyütme uygulamaları –yetişkinlerin koyduğu standartlardan herhangi bir sapmayı cezalandırma, büyüyen çocuğun normal isteklerinin tatminini engelleme- şüphesiz düşmanca, saldırgan tepkilere yol açtı.... Öte yandan, eğer sıcak ve benimseyici bir tutumla çevrili çocuklar, sıcak ve sevgi gösteren yaratıklar olurlarsa, saldırganlığın doğuştan olmaktan çok öğrenildiği sonucunu çıkarmaz mıyız?” şeklinde rekabetçilik ve saldırganlığın doğuştan geldiği düşüncelerine karşı çıkmaktadır.
            Kendini bilime adamış, bu konuda araştırmalar yapmış ve bu uğurda yıllarını harcamış birisi değilim ancak ben de modern psikolojide belirtildiği gibi rekabetçi ve saldırgan davranışın sonradan geliştiği düşüncesine kısmen katılıyorum. Diğer düşünüş tarzına katıldığım tarafsa genlerle ilgili; belirli özellikler sonraki nesillere genlerle aktarılıyor, bu da doğuştan bazı özellikleri bünyemizde barındırdığımız sonucuna ulaştırıyor beni. Ancak davranışların şekillenmesinin, yaşam içindeki koşullara bağlı olduğu kanaatindeyim.
            Sevgiden yoksun insanların gözlerinde hep aynı ifade vardır. Farklı davranış biçimleri benimseseler de bakışlar aynıdır.  Kimi bunu gizlemek için saldırganlaşır, kimi çok neşelidir, kimi gözyaşlarını kahkahalarının arkasına gizlemiştir, kimi maddiyatta aramaktadır sevgiyi, kimi de iş koliktir.
            Türkler çok misafirperverdir deniliyor ya ben buna inanmayanlardanım. Palavra gibi geliyor kulağıma. Kendine değer vermemenin başka bir boyutu diye düşünürüm bunu. Sadece karşısındakini mutlu etmeye çalışmak kendine değer vermemektir bana göre. Eğer eşit koşullarda bir paylaşım varsa asıl misafirperverlik, asıl paylaşım o esnada yaşanıyordur.
            Yine gelelim çocuk ve gençlerimize. Hep şikayet ederiz, her istediğini yapıyorum, görmediğim genişliği gösteriyorum diye. Bunlar olumlu adımlar olmakla birlikte eksik olan yanı, onları her koşulda, hatalarıyla sevememektir. Hatalarını konuşmak, uyarmak mutlaka gerekli davranış biçimidir, ancak hatalarından dolayı onu dışlamak, hiçe sayarak cezalandırmak onun kişiliği üzerinde yıkıcı etkilere sahiptir.  Bir çocuğu dünyaya getirmek sadece kendi egomuzu tatmin etmekten öteye gitmiyorsa, vereceklerimiz bizim isteklerimizle sınırlıysa, çocuğumuz doyumsuzken, biz çok şey verdiğimize inanarak kendimizi rahatlatırız sadece.  
Çocuklarımız, çocukluğunu ve gençliğini bizlerin yanında geçirirken hayata da hazırlanırlar. Bu hazırlıkta onlara verebileceğimiz en önemli şey kendileridir. Onlara saygı duymalı, benliklerini geliştirmelerine olanak vermeliyiz. Gereksiz kısıtlamalar olmamalı hayatlarında. Sınırlarımız mutlaka olmalı ama bunlar makul sınırlamalar olmalı. Eğer yaptığınız sınırlamanın doğru ancak çocuğunuz tarafından kabul görmediğini düşünüyorsanız o zaman bu sınırlamanın şeklini değiştirmeniz gerekiyor demektir. Her yemeği sevmeyiz ancak benzer malzemeler farklı yemeklerde kullandığımızda sevmediğimizi sandığımız yemeğin ana maddesini başka bir tatla birlikte tüketiriz.  İşte çocuklarımıza da böyle yaklaşmalıyız. Hammadde aynı olmalı ama şekli kabul edilir şekilde değiştirilmeli. 

17 Mayıs 2012 Perşembe

Küstüm


gölgesini kovalayan küçük bir çocuk gibisin
sakın büyüme dedi şair
ben çocuk, o Nemrut
koştum dağlara yalınayak
çocuktum, coştum
Nemrut kuşanmıştı zırhını
Nemrut sarp, Nemrut taşlı
gölgemi görmemiştim
yalınayaktım, düştüm
ayağıma battı yerde gezen sözler
başımı kaldırdım baktım Nemrut'a
sislere sarmıştı başını gecenin zifirinde
çocuktum, küstüm...

Necla Yılmaz, Münih, 08.09.11 saat 23.30


Bir şizofren aklın karanlığında aklı yeğ tuttuğum o gece çok garipti.


''Yıllar sonra sert olmayı seçmiştim, merhametli olduğum kadar merhametsiz olmayı. İyi olduğum kadar kötü olmayı. Ama insanlara karşı değildi, sadece duygularıma ve hayatıma karşı, kararlarım için, ruhumun bütünlüğü için. Bazen sertlik'te bulursunuz kendinizi, aklınız karar aldığında yumuşak bir travmayla almaz, ne kadar sert vurursanız çekiçle o kadar sağlamlaştırırsınız belleğinizi. Masumane duygularıma kafa tutan bu aklın gladyatörlüğü içimdeki tüm düğümleri çözüyordu. Korkuyordum, korktukça önemli bir karar verme arifesinde olduğumu biliyordum, ruhu arındıran şeyin korku olduğunu yine aynı zamanda ruha pisliğe bulaştıran tüm güçsüzlüklerin korkuyla tüm bedenime, düşüncelerime yansıdığını görüyordum. Bir şizofren aklın karanlığında aklı yeğ tuttuğum o gece çok garipti.

Ve hiçbir şeyin insanın en yüksek amacı olan ruhun kurtuluşundan daha değerli olmadığını anlamıştım.''


Özgür Bacaksız

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Sağlıklı Nesillerin Şen Kahkahaları, Başarının Aynasıdır.


"Herkesin seni değiştirip şekillendirmeye çalıştığı dünyada kendin olarak kalmak ve kendini kendin olarak her yönüyle geliştirmek hiç vazgeçilmemesi gereken en büyük savaştır"
            Bu savaş ilk olarak ailede başlar, anne/baba çocuğu eğitmek adına bu tarz yönlendirmeleri çoğu zaman yaparlar. Aslında yönlendirme demek doğru olmaz sanırım yaptırım şeklindedir bu istekleri. Çünkü çocuğun duygu ve düşünceleri olabileceğini kabul etmezler ya da bir şeyleri bilebileceğini... Onun isteklerinin önemi pek yoktur. Çünkü o bilmez. Bu yaklaşımların çoğumuzun kulağına çokta yabancı gelmediği kanısındayım. Bu değiştirme ve şekillendirme işi ailede başlayıp yaşamın çeşitli evrelerinde farklı kişiler tarafından uygulanmaya devam edilir. Bu; arkadaşımız, komşumuz, patronumuz, akrabamız vb. kişiler olabilir. Bazıları durumu öyle abartır ki insan esir alındığını farketmez bile. İçinde bir yerlerde huzursuluk hissetse bile bunun ayrımına varmak oldukça güçtür. Bunlara duygusal vampir benzetmesi yapıldığını duyduğumda çok beğenmiştim bu tanımlamayı. Bu tarz yaklaşımlar kişiliğin oluşması üzerinde etkilidir. Aile çocuğun üzerinde duygu sömürüsü uyguluyorsa çocuk suçluluk içinde büyüyecektir. Bu suçluluk duygusunu kişiliğinin bir parçası olarak ömür boyu yanında taşıması da neredeyse kesinlik ölçüsündedir.
            Bütün bunların yanında bazı kişiler, bazı durumlarda, farklı bir kimlik oluşturmaya mecbur kalırlar.  Bunun aileden alınan ve bilinçaltına yerleşen olumsuzluklarla pek ilgisi yok gibidir. Bu sadece bulunulan ortamın gerekliliğidir. İçinde bulunulan iş ortamı profesyonel olmayı gerektirir bu profesyonel olma anlayışı da yeni bir üst kimliği zorunlu kılar. Böylesi durumlarda yapılması gereken gerçeğine yakın bir üst kimlik oluşturmak olacaktır. Profesyonel olmayı gerektiren durumlarda, yukarıda sözü edilen, kendin olarak kalmak ve bu koşullarda kendini kendin olarak geliştirmek savaşı daha çetindir diye düşünüyorum.  Bunu başarmak ise yüksek bir karakteristik özellik olsa gerek.
            Sağlıklı kişiliklere sahip çocukların olması, sağlıklı ortam yaratılan aile sayısı arttıkça artacaktır ve sağlıklı nesiller, sağlıklı aile ortamlarının artmasıyla mümkündür. Bu blogu oluşturmaktaki amacım ise sağlıklı çocuklar yetiştirilmesi konusunda farkındalığı arttırmak, fikir alışverişinde bulunmak ve dayanışma ortamı oluşmasına vesile olabilmektir.
            Sağlıklı nesillerin şen kahkahaları, başarının aynasıdır.  

Bir çocuğun matematikten nefreti


Ortaokuldaydım, matematikten hiç anlamazdım, bir gün yapabileceğim sorular çıkmıştı. Testten 94 almıştım sanırım , matematik tarihindeki en yüksek notumdu benim aslında, gururlanmıştım, gerilmiştim, başım dikti. O zamanlar bize bu testleri verip ailemize götürmemizi, imzalatmamızı isterlerdi. Ben de mutlu bir halde eve gittim, testi babama gösterdim 94 aldım baba dedim. Oğlum geriye kalan 6 puana ne oldu dedi?

Sonra daha çok nefret ettim matematikten, hevesim kalmadı.

Özgür Bacaksız

15 Mayıs 2012 Salı

Bir Varmış Bir Yokmuş


Olgun yaşlarda iki çocuktular
Birbirlerini çok  geç bulmuştular
Afacan bir rüzgar esti uzaklarda 
Uzaklar yakın oldu kavuştular


Maviye boyandı geceler
Umutla kuşandı heceler
Sıcak bir rüzgar esti gönüllerde
Çözülüverdi bilmeceler


İki olgun çocuktular
Nefislerini yeşil elmayla doyurdular
Ilık bir rüzgar doldu sabahlara
Güneşe iyi ki doğdun diyip duyurdular


Bir varmış bir yokmuş sandılar
Gökten üç elma kopardılar
Gaddar bir rüzgar esti zihinlerde
Ay tutuldu
Güneş tutuldu
Dil tutuldu
Ne yeşil elma kokusu
Ne gözlerinin buğusu
Ay karanlık gecede kayboldular
Gecenin mavisinde kalmamıştı umut
Hüzne doğdu arda kalan sabahlar 



Necla Yılmaz, Münih, 03.12.2011, saat 02.15

Ayıp mı?




Ayıp mı şimdi bu
Dün ruhumun karanlığına gömülüp kıvranarak öldüysem
Ve bugün Zümrüt-ü Anka gibi küllerimden yeniden doğduysam
Ayıp mı şimdi bu
Dün gözümden, göğsümden oluk oluk akan kanı
Bugün içimde bin bir kelebek yapıp uçurduysam

Tahir olmak da ayıp değilmiş Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değilmiş
Ayıp değilmiş ihtiyacından fazlasını istemek
Ayıp değilmiş hep başkasının hakkını yemek
Ne kibir ayıpmış, ne üzmek zehir zemberek
Ne de dolandırmak insanı bismillah diyerek

Peki be kardeşim, ayıp değil mi şimdi bu
Kimseye hiç bir şey ayıp değilken bana ayıp demek

Necla Yılmaz, Münih, 04.12.2011, saat 11.00 

Yalnızlık Senfonisi


Günlerden cuma
griye bürünmüş yeşillikler arasında
kanal boyu yürüyorum yağmurda
rengarenk insanlar geçiyor
görmüyorum

Bugün her şey gri
Hatta az önce suda zıplayan kocaman balık da!
Yoksa balıklar zaten gri mi olurdu?
Bilmiyorum

Bugün doğa ahenk içinde
her şey gri
Suda yüzen ördek, yeşil başın nerde?

Ben her ilkbahar aşık olurum
desem yalan olur
Ben her sonbahar hazan olurum
Yaz bitiyor
Hazan vakti
Hazin hazan
Ya bahçemdeki neyin filizleri?
Sonbaharda çiçek açar mı?

Ben film seyrederken hep yönetmen olmak isterdim
Kendi filmimi çekmek
Alabildiğince hüzün, alabildiğince gri
Ve sonra
Alabildiğine yeşil, sonsuzluğa mavi

Bugün her şey gri
Tanrının rahmet damlaları bile
şeffaflığını yitirmiş bugün

Şu karşıda yere yatmak isteyen ağaç
boş kovan, kemiren bir şey var içini
parmaklarında gri yeşillikler
demir çıtalarla desteklemişler
Kendine faydası yok,
bari başkaları faydalansın diye mi?

Her şey gri
Bu martılar eskiden beyaz değil miydi?

Dönsem iyi olacak
Düşüncelerim kelebek gibi
bir daldan bir ötekine uçuyor
Uç uç böceği,
annem sana terlik pabuç alacak
Keşke ünlü olsaydım
Müşfik Kenter’den dinlerdim yazdıklarımı
ya da nasıl olsa kimse bilmeyecek diye
kendimde sakladıklarımı

Bugün her şey gri

Yarını iple çekiyorum!


Necla Yılmaz
Münih, 15.08.2003, 14.30 Nymphenburger Schloss, Kanal boyu

10 Mayıs 2012 Perşembe

Hayatımızı Yönlendiren Nokta: Bilinçaltımız

Bizi hayatımızda yönlendiren en önemli noktamızın bilinçaltı kayıtlarımız olduğunu biliyorsunuzdur. Şimdi artık olumsuz bilinçaltı kayıtlarımızı temizleme ve yerlerine olumlu kayıtları koyma zamanı geldi. Bilinçaltı kayıtlarımız çoğunlukla bizim çocukluğumuzda oluşur. İlköğretim çağlarında yaşadığımız olaylar ve deneyimler çok önemlidir. Özellikle Anneden, babadan ve okulda öğretmenler ve arkadaşlarımızdan aldığımız kayıtlar çok önemli. Orada oluşan tüm kayıtlar bizi hayat boyu yönlendirir. Bu bilinçaltı kayıtları ilerleyen hayatımızda karşımıza ego olarak çıkar. Hayatınıza göz attığınızda nerde bir direnç gösterdiğiniz yer nerde yargıladığınız yer varsa egonuz devrededir.


Bilinçaltını bir bilgisayarın hard diski olarak düşünebiliriz. Ekranda görülenler sizin gerçeğiniz veya yaşantınızdır. Yani bilinçaltınızdaki olumlu, olumsuz inançlarınızın hayatımıza yansımalarıdır. Nasıl bir bilgisayar programında direkt emir şeklinde komutlar veriliyor ise bilinçaltımız da komutlarımızı alır ve gerçekliğimize uyarlar.

Hayattan şikayet ettiğinizde bilinçaltımız şikayet ettiğiniz hayatı size vermek için talimatlarınızı sadakatle yerine getirir. Ne söylediğimize ,özellikle ‘tekrar ,tekrar’ söylediklerimize dikkat edelim.
Bilinçaltı virüs programınızı çalıştırmadığınızda dışarıdan gelen olumsuz telkinlerin etkisi altında kalabilirsiniz. Her gün arkadaşlarınızdan çok gülersek çok ağlayacağımızı, çocuğu olanın derdi olduğunu, paramız olunca düşmanlarımızın çok olacağını, hayatın zor olduğunu vs.. duyuyorsunuzdur. Devamlı dinleyince bilinçaltımız onun doğru olduğuna inanmaya başlar sonra da (çekim yasasından ötürü) gerçekliğinizde onun doğru olduğunu görürsünüz.
Hayatınızda baktığınızda bizi frenleyen bizi sınırlayan duygu ve düşüncelerimiz bizim bilinçaltı kayıtlarımızdır. Ve bunlar hayatımızı yönlendirir. Olumsuz bilinçaltı kayıtları genellikle korku olarak hayatımıza yansır.



http://www.hls-cekimyasasi.com/2012/04/bilincalt-kaytlarn-degistirme-icsel.html