28 Kasım 2013 Perşembe

Erich Fromm - Sevme Sanatı

Başka birisine kendime yetemediğim için bağlanıyorsam, karşımdaki kadın ya da erkek benim için bir cankurtaran olabilir belki; ama aramızdaki bağ sevgi bağı olamaz...
Çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.

22 Kasım 2013 Cuma

Kendini internet gibi hissetmek!



Allen Beyin Araştırmaları Enstitüsü'nde çalışan sinirbilimci Christof Koch, farkındalık ve bilinç hakkında oldukça iddialı bir teze sahip. Koch'a göre, yeterince karmaşık olan her yapı eğer kendi içinde de yeteri kadar bağlantıya sahipse farkındalık geliştirebilir!Haber: CAN GÜRSES - @canitti / Arşivi

Herhangi bir yakını Alzheimer ile boğuşan veya bir akrabasını Parkinson yüzünden kaybeden herkes muhtemelen aynı sonuca varmıştır: İnsanları çoğunlukla dış görünüşleriyle hatırlıyoruz ancak birey olarak bizi tanımlayan şey tamamen beynimizin çalışma biçimidir. Ne yazık ki bu tip kayıpları anlamak, gerçekten bir yakınınızın gün bazında yavaş yavaş elinizden kayıp gittiğine şahit olmadan imkânsız... 

Son yıllarda dünyada biri Amerika diğeri de Avrupa Birliği ülkeleri ortaklığında ve eş zamanlı gerçekleştirilen milyarlarca dolar bütçeli iki proje yürütülüyor. Amerikalıların projesi ‘The Brain Initiative’, Avrupalıların projesi ‘Human Brain Project’... Her iki projede insan beyninin yapısını, nasıl çalıştığını anlama üzerine kurulmuş durumda. Amaç insan beyninin işleyiş yapısını tamamen çözmek; hafıza, zaman algısı, görsel algı vb. gibi kavramların nasıl oluştuğunu anlamak ve beyinle ilgili Alzheimer’dan şizofreniye kadar tüm hastalıklara kökten çözümler üretebilmek...
Tüm bu çalışmaların ötesinde bir yandan da bazı soyut sayılabilecek ancak belki de insanı insan yapan yegane kavramların da sırrına erişilmeye çalışılıyor.
İşte Microsoft’un kurucu ortaklarından milyarder iş adamı Paul Allen’ın kurduğu Allen Beyin Araştırmaları Enstitüsü’ndeki araştırmacılar insan beyni ve belki de insanın tüm yapısı ile ilgili en gizemli konu hakkında oldukça ilginç bir tez öne sürüyorlar. Konu bilinç ve farkındalık... Hemen bir soru sorarak başlayayım: Şu anda ayakkabınızın ayağınızda yarattığı baskının farkında mısınız?!
Ayağınızda baskıyı hisseden sinir hücreleri, bu sorunun öncesinde de sonrasında da beyninize aynı sinyali gönderiyordu. Ancak soruyu sorduğum andan itibaren duruma dair farkındalığınız bir anda değişti. İşte bu durumu açıklayabilecek bilimsel bir tanım, hatta bir tez bile bugüne kadar mevcut değildi. 
Bilincin nasıl oluştuğuna dair yapay zeka kavramının öncülerinden Marvin Minsky’e göre farkındalık ve bilinç, bir çeşit bilgisayar olan insan beyninin, kendisinin nasıl çalıştığını anlatmak için, içinde bulunduğu biz yani insanları aracı olarak kullandığı, bir çeşit mekanizma… 
DNA molekülünün kaşiflerinden Nobel ödüllü Francis Crick’e göre de farkındalık, şu an tam olarak ne olduğu ve nasıl çalıştığı bilinmeyen fakat insanlığımızın temelini oluşturan bir kavram.Bilinç; insanlığımızın temeli, beynimizin kendini anlatma mekanizması… Nasıl oluşuyor, nasıl kendini gösteriyor ve gerçekten kontrolümüzde mi?
Tam da bu noktada Allen Beyin Araştırmaları Enstitüsü’nde çalışan sinirbilimci Christof Koch, farkındalık ve bilinç hakkında oldukça iddialı bir teze sahip.Koch’a göre, yeterince karmaşık olan her yapı eğer kendi içinde de yeteri kadar bağlantıya sahipse, farkındalık geliştirebilir!
Buradaki ‘yeterince karmaşık’ ifadesi her şeyi kapsıyor... Evet, her şeyi!
İddia edilen tezin nereye varabileceğini görmek için dünya çapındaki internet ağını düşünelim... Tüm dünyadaki internet ağında yaklaşık 10 milyar bilgisayar ve her bilgisayarın içinde de bir kaç milyar transistör mevcut. Yani dünyadaki internet ağında, insan beyni içindeki toplam bağlantı noktasından 10 bin kat daha fazla bağlantı mevcut. 
Tek fark, insan beynindeki bağlantılar sürekli olarak aktif ve kalıcıyken, internet ağında birbirine bağlı olan bilgisayarlar sürekli olarak bağlantı değiştirmekte. Dolayısıyla bir insan kadar genel bir farkındalık oluşturması henüz imkânsız ancak Prof. Koch’un deyimiyle: ‘İnternet gibi hissetmek’ diye bir kavram var...
Dikkat ederseniz bu noktada ‘doğanın kendi bilincini geliştirip onu mahveden insan ırkını yok etmeye çalışması’ temalı güncel bilim kurgu filmlerini de geçip kendi bilincine sahip robot Terminatör’e kadar uzanmış durumdayız!Yani aslında iddia edilen şey; bir canlıyı canlı yapan bilinç ve farkındalık kavramlarının sadece organik canlılara özgü olmadığı... İnorganik yapıların da yeterince karmaşık ve bağlantılı oldukları zaman kendilerine özgü bir bilinç geliştirebilecekleri!...
Bu belki de bilim tarihinin en iddialı tezlerinden bir tanesi ve sadece bilimsel değil bir çok din temalı tartışmayı da beraberinde getirmekte.
Bir canlıyı canlı yapan en temel özellikler olan bilinç ve farkındalık; belirli koşullarda organik olmayan sistemlerde de gelişebiliyorsa varoluş hakkındaki en büyük sırlardan bir tanesinin de perdesi aralanmış olacaktır.

Alıntı: http://www.radikal.com.tr/hayat/kendini_internet_gibi_hissetmek-1161680



5 Kasım 2013 Salı

Şafak Payev


                Sana olan hayranlığım her geçen gün artıyor. Yaşamış olduğun talihsiz kazayı, annen, Ayşe Önal’ın yazmış olduğu yazıda okumuştum, adını da ilk olarak o zaman duydum. Hem yaşamış olduğun olay hem de yazının yazılış tarzı çok etkileyiciydi. Yazıda demagoji yoktu, yalnızca ve yalnızca çıplak duygular vardı. Olduğu gibi, yaşanıyormuş gibi, yaşanırken hissedildiği gibi; duru, içten ve sade... Okurken çok etkilenmiştim! Etkilendiğim sadece kazanın korkunçluğu değildi, kaza anında ve sonrasındaki güçlü duruşun, metanetin de kaza kadar etkilemişti beni. Hayran kalmıştım sana...
                O zamanlar, bu hayranlığımın her geçen gün artacağından haberim yoktu.. Seninle ilgili okuduğum her haberde, hayranlık hanene bir kaç hayranlık eklemişim farkında olmadan...
Bazı insanları bir anda fark edersin, çok seversin, hayran kalırsın, bir sürü güzel anlam yüklersin; yüklediğin anlamların var olmadığını gördüğünde, istemesen de yavaş yavaş silersin hayranlık hanesine verdiğin puanları, silerken içinden bir şeyler de beraberinde silinir. Hayal kırıklığı yaşarsın.
                Bazı insanlar da vardır, olduğu gibidir, duru, sade. Önce ufak bir su birikintisi gibi görünürler, yaklaştıkça engin bir denizle karşılaşırsın. Yürekleri okyanus gibidir, açıldıkça yeni yerler keşfedersin, keşfettikçe heyecanlanırsın, hiç bitmez merakın, hayranlık hanelerine her gün yeni hayranlıklar eklersin... İşte hayranlık hanene yeni puanlar eklemem de bu yüzden.
                Bir eşyanın kaybında bile üzülürken büyük çoğunluk, bedeninden kaybetiklerine inat dik duruşundur hayranlık nedenim. Oturup ağlamak yerine, tam gaz yol alışındır. Özrünün arkasına gizlenmeyip hayata sımsıkı tutunuşundur, başarı merdivenini emin adımlarla çıkışındır. Gözlerinde hissedilen samimi gülüşündür.

                Yolun açık olsun...

3 Kasım 2013 Pazar

DERS VERİRCE, ZEKİCE VE İNSANCIL ÇÖZÜM DİYE BUNA DERİM!


Bu olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiştir.

"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.

Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

"Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

"Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar

8 Ekim 2013 Salı

Bir Kitap...

    Bir süredir  Mümin SEKMAN’ın “Her Şey Seninle Başlar” isimli kitabını okuyorum. Bana ivme katmasını, geliştirmesini ve yeni şeyler öğretmesini  umarak başladım okumaya. Bu tarz kitapları seviyorum yani kişisel gelişim kitaplarını ama son zamanlarda aldığım kitaplar beni bu alanda okuma konusunda şüpheye düşürmüştü. Acaba bu alanda yazılanlar bu kadar saçmaydı da ben mi bugüne kadar farkına varamamıştım, eğer öyleyse çok yazıktı bunca yılıma. Böyle düşünceler kafamın içinde dönüp dolaşsa da yine de bir yanım bu tarz kitap arayışını sürdürdü ve bu arayış sürecinde Mümin SEKMAN’ı keşfettim. İsmini duymuştum çok kereler ama kitabını alıp okumamıştım hiç, Ege Üniversitesi Hastanesine gittiğim bir gün bir kitap kafeye ilişti gözüm içeriye daldım ve kitapları incelemeye başladım. Müthiş bir mutluluktu benim için o an orada olmak. Zaten oldum olası mutlu etmiştir kitapların varlığı beni ve oradaki kitapların çoğu kişisel gelişim üzerineydi. Şimdi okumakta olduğum kitabı aldım, param az olmasaydı diğer kitaplarını da alacaktım. Aslında çok da emin olarak almadım kitabı ama okumaya başladığımda diğer bayağı bulduğum kitaplardan farklı olduğunu farkettim. Umut tacirliği yapmıyor, sadece kitap satma kaygısı gütmüyordu. Bu yönü benim için çok önemliydi. Kişisel gelişim başlığı altında yüzlerce kitap yazılıp çiziliyor, tabi ben de arka kapaktaki yazılanları okuyup beğenerek alıyorum ama eve gelip okumaya başlayınca okumak istemez oluyorum. 
     Kitap yazmak işi derin ve geniş yelpazede araştırma, kendini geliştirme ve bu yelpazenin biz okurlara sunumudur bana göre. Diğer beğenmediğim ya da beni sarmayan kitaplar, dayanağı olmayan bilgilerle örülü ve benim beynim bilimsel gerçekliğe, araştırmaya, deneye dayandırılmayan şeyleri kabul etmiyor. Burada kastettiğim deneyim değil bilimsel dayanağı olan deneydir. Deneyimlerin paylaşıldığı ve güzel bir şekilde kaleme alınmış iyi anlatımlı kitaplarda var mutlaka ama bu istisna olarak kalıyor genelin içinde. 
     Eleştirdiğim, sadece deneyimlerin anlatıldığı, kişisel gelişim(!) kitaplarını günümüz televizyon yayımcılığına benzetiyorum. Bir dizi yaptırıp dizi bekledikleri büyük izleyici kitlesine kavuşunca, saçma sapan bölümlerle uzatılıp, araya neredeyse dizi süresi kadar reklam koyup insanları ekran başına bağlama çabalarına. Bu tür TV programlarından nefret etmişimdir hep, önceleri dizi izlemekten vazgeçmişken şimdilerde haberler de dahil TV den tamamen vazgeçtim. Bunun nedeni bir yandan televizyonun iyice yozlaşmış olması bir diğer neden de izlediklerimin hiç de iç açıcı şeyler olmaması.
     Kabul ediyorum bu çok da mantıklı bir tercih değil ama yalan yanlış ekrana getirilen haberler, gerçeklerinin iç karartıcı olması, çözüm üretilmeyip ağzı olanın konuşuyor olması, akla zarar programların icadı ve akla zarar izleyici kitlesini bulması, abuk subuk programların değer görüp haberi bile yapılıyor olması vs. Çocukluğumdan hatırlıyorum da haberlerin bir ağırlığı vardı, önemliydi, hayati değeri vardı. Şimdi haberlerin gerçeği yansıtmadığı bir yana magazinel konulardan haber değeri olan konuları vermeye zamanları kalmıyor.  

           Velhasıl kelam, bu kitabı beğenmemin nedeni, günlük yaşamımızda bize çok da yabancı olmayan ama farkına varmadığımız şeylerin hayatımızı olumlu ya da olumsuz yönlendiriyor olduğunu, sosyal psikolojik yaklaşımla anlatıyor olması. Kitabın ana omurgasını “başarı” konusu oluşturuyor. Başarlılı olmanın, ya da olamamanın kökeninde nelerin olduğu, başarılı olmak için yapılabilecekler, gruplar üzerinde yapılan deneylerin sonuçlarına göre, insanları başarı ya da başarısızlığa sürükleyen etmenler. Bu araştırmaları destekleyen başarılı insanlardan örnekler vs. 
     Bu tarz kitaplar kendimi gözden geçirmeme, eksikliklerimi keşfetmeme, yaşam yolculuğunda olayları ve insanları farklı bir şekilde anlamama yardım ediyor. Tavsiye ederim...

28 Eylül 2013 Cumartesi

BİR ÇİFT GÜZEL GÖRDÜM YOLDA YOLAKTA

Bir çift güzel gördüm yolda, yolakta,
Altın küpe şan veriyor kulakta.
Yeryüzünde insan, gökte melekte,
Acep sevdiğimin eşi var m'ola?

Sevdiğim oturmuş halılar dokur,
Viran bahçelerde bülbüller şakır.
Ne İstanbul koydum, ne Diyarbakır,
Acep sevdiğimin eşi var m'ola?

Bana su içirdin yeşil kanyadan,
Güzel seven gam çekmesin dünyadan.
Kayseri'den, Karaman'dan, Konya'dan,
Acep sevdiğimin eşi var m'ola?

Karac'oğlan der ki: Düşürdüm oda,
Dertli yürek dayanır mı bu derde?
Güneşin doğup da battığı yerde,
Acep sevdiğimin eşi var m'ola?
ILGIT ILGIT ESEN SEHER YELLERİ

Ilgıt ılgıt esen seher yelleri,
Sevdiğim dağların salında kaldı.
Bir yanı lâle de, bir yanı sümbül,
Gönül mürevvetsiz gelinde kaldı.

Gelin oturalım edepli, utlu,
İkimiz arası pek muhabbetli.
Sırmalı tellerden altın savatlı,
Kemer kuşak kızın belinde kaldı.

Gel sevdiğim, sığınalım suphana,
Yavru şahan derler avın kapana.
Meze olsun al yanaktan öpene,
Ahu zarım tatlı dilinde kaldı.

Gelindi hey Karac'oğlan, gelindi,
Kara bağrım delik delik delindi.
Ciğer parelendi, iki bölündü,
Bir bölüğü kızın elinde kaldı.

26 Eylül 2013 Perşembe

BEN EYLÜL ÇOCUĞUYUM

Ben Eylül çocuğuyum/
Yazdan kalma sevinçleri kışa düşme kaygısıyla/
Sabah ayazlarım vardır/
Günüm güneşli gülümsemelerle/
Akşam üzeri tatlı bir serinlik/
Güneş batmaya görsün kararır gözlerimin bulutları/
Farketmeden işler soğuğum içinize/
Yatağında kıvrılmış yatarken geceleri/
Yağar gönlümün yağmurları/
Sabaha kalmaz./
Nasıl temizler sokakları biz uyurken , sabaha huzuru kalır,güzel ferah kokusu kalır yağmurun İşte öyle./
Göklerim gürler, şimşeklerim çakar/
Hiç kimse görmeden duymadan çeker gider.../
Yerini güneşe bırakır./ 
Ben Eylül çocuğuyum/
Umudu besleyen , kaygıyı güçlendiren/
En mutlu anında ölmek gibiyim./
Öleceğini sanarken yaşamak gibiyim./
NE KADAR ISITSAM ÜŞÜTÜRÜM./
NE KADAR ÜŞÜTSEM ISITIRIM....

21 EYLÜL 2013 Tutku

18 Eylül 2013 Çarşamba

Hapishane Şarkısı 1-2-3



1-

Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.

Yar olmadı bana devir,
Her günüm bir başka zehir;
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım.

Coşkundum pınarlar gibi,
Sarhoştum rüzgarlar gibi;
İhtiyar çınarlar gibi
Bir gün içinde devrildim.

Ekmeğim bahtımdan katı,
Bahtım düşmanımdan kötü;
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.

Kimseye soramadığım,
Doyunca saramadığım,
Görmesem duramadığım
Nazlı yarimden ayrıldım.


2-

Ey gönül, kuşa benzerdin,
Kafesler sana dar gelir;
Bir yerde durmaz gezerdin,
Hapislik sana zor gelir.

Ey gönül, acaip huyun,
Boğazından geçmez tayın,
Acır testindeki suyun;
Aklına nazlı yar gelir.

Gözlerin uzağa bakar,
Kimden ne beklediğin var?
Yar semtinden gelen rüzgar
'Seni unuttu! ' der gelir.

Bakmazsa senin yüzüne
Çok görme elin kızına;
Dışarda serbest gezene
Hapiste yatan hor gelir.

Ayağında gezen itler,
Başının üstünden atlar;
Hapise düşen yiğitler
Yari dışarda kor gelir.


3-

Burda çiçekler açmıyor,
Kuşlar süzülüp uçmuyor,
Yıldızlar ışık saçmıyor,
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Avluda olta vururum;
Kah düşünür, otururum,
Türlü hayaller görürüm;
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Gönülde eski sevdalar,
Gözümde dereler, bağlar,
Aynada hayalim ağlar,
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Dışarda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış...
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Yanımda yatan yabancı,
Her sözü zehir gibi acı,
Bütün dertlerin en gücü;
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Sabahattin Ali

9 Eylül 2013 Pazartesi

B.Rahmi Eyüboğlu

Bu canım dünyanın orta yerinde,
Hayvanlar kadar ''BAĞLANAMAMIŞIZ'' birbirimize..
YALAN MI..Gözünü sevdiğim..?
Karıncalar işte..Hamsiler sürü sürü..
Arılar bölük bölük geçer..
Leylekler tabur tabur...
Ya bizler ? Eşref-i mahlukat..!
Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza...
Bizler bölük bölük..Bizler tabur tabur..
Bizler sürü sepet..Yalnız birbirimizi öldürmüşüz..

30 Ağustos 2013 Cuma

Yoruldum Yorgunum



Yoruldum Yorgunum Fazla Gidemem
Neler Etti Kahır Beni Zulm Beni
Kolay Değil Ben Bu Derdi Çekemem
Zalimin Elinde Koydu Hal Beni

Arsız Değilidim Arsız Ettiler
Saldılar Gurbete Yurtsuz Ettiler
Yardan Ayırdılar Yarsız Ettiler
Şimdi Gizli Gizli Kınar El Beni

Akarsuyu Aşka Yaktı Yaradan
Ömür Bir Gün Gibi Geçti Aradan
İşte Geldim Gidiyorum Dünyadan
Oturmuş Bekliyor Kuru Sal Beni


Muhlis AKARSU

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Dönen Dönsün & Pir Sultan Abdal



Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte başım keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Bir gün mahşer olur divan kurulur
Suçlu suçsuz varsa orda bulunur
Piri olmayanlar anda bilinir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Pir sultan’ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan 

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Ben Sandığım - Zevraki


BEN SANDIĞIM

Ben sandığım beden sonra
Benden sana nakil imiş
Anladım ki neden sonra
Zaman denen şekil imiş

Kapım çaldı dedi tık tık
Çok bekledim yeter artık
Geldi asıl ihtiyarlık
Gençlik meğer vekil imiş

O da kalsa cana minnet
Bugün yarın eder hicret
Biri cehim biri cennet
İkisi de sakil imiş

Mesut olur Mecnun olan
Var mı gayri murat alan
Beni halden hale salan
Başımdaki akıl imiş

Ey Zevraki çalıyor çan
Niçin geldin hiçti haçan
Topladığın inci mercan
Meğer çayda çakıl imiş

16 Mayıs 2013 Perşembe

"İşte böyle birşeydi seni yaşamak, Yarım yamalak"...

Gecenin yarısı, bir kitabın orta yerinden başlamak gibiydi;
Seninle birlikte olmak..
"Başını anlamadan sona yaklaşmak..
Sonunu okuyamadan uyuyakalmak"..
Ve uyandığında kaldığın sayfayı karıştırmak"..

"İşte böyle birşeydi seni yaşamak,
Yarım yamalak"...

- Can YÜCEL

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Bir onurdur Anne olmak...




       Sadece bir çocuğu dünyaya getirmek değildir anne olmak,  uzun soluklu bir yürüyüştür. Egoyu tatmin etmek değil, bütün hayatını ona göre değiştirmektir, onu hayatına göre değiştirmek değil.  Zor zanaattır anne olmak, aynı zamanda bir sanattır...
Hem büyük mutluluk, hem büyük sorumluluktur, az uyumayı peşinen kabul etmektir, maratona katılmışçasına koşarak yaşamaktır, gönüllü köleliktir ama her şeyden önce bir onurdur anne olmak...
Birlikte büyümek, birlikte ağlamaktır, yeniden genç olmaktır, sataşmaktır, kapışmaktır, koklaşmaktır ama en önemlisi anlamlı olmaktır, iyi ki varsın hayatımda diyebilmektir...
Bebeğim, bana bu mutluluğu ve onuru yaşattığın için teşekkür ederim... Varlığınla anlam buluyor bütün yaşamım,  iyi ki varsın...
Eşsiz varlığınla yaşadığım bu mutluluğu, en başta canım annem olmak üzere bütün annelerle paylaşıyorum. Anneler gününüz kutlu olsun...

Hani derler ya; 'Ben sensiz yaşayamam' diye. İşte ben onlardan değilim... Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım...




- Nazım Hikmet

10 Mayıs 2013 Cuma

Kim seni bütünüyle, koşulsuzca kabul ederse değişmeye başlarsın. Osho


Hayat garip. Bazen ulaşamayacağın kadar yüksekte sandığın kişiler, aslında eğilemeyeceğin kadar alçaktadır!… Freud


* Osho - Çocuk / Kendin Olma Özgürlüğü

''
Çocuk anne babalar tarafından çirkin şekillerde koşullandırılıyor. Anne baba koşullandırması dünyadaki en büyük köleliktir. Bu tamamıyla ortadan kaldırılmalıdır. Sadece o zaman insan, ilk defa, gerçekten özgür, hakikaten özgür, sonuna kadar özgür olacaktır, çünkü çocuk insanın babasıdır.

Şayet çocuk yanlış bir şekilde büyütülürse o zaman tüm insanlık yanlış yöne gider. Çocuk tohumdur. Şayet tohumun kendisi zehirlenmişse, bozulmuşsa, o zaman özgür bir insan bireyi için hiçbir umut yoktur, o zaman bu rüya asla gerçek olamaz. Kişilik senin içinde, senin doğanın içinde anne baba, toplum, din adamı, politikacı ve eğiticiler tarafından üretilmiştir. Onların tüm amacı her çocuğu, kurumsallaşmış olan topluma uyum sağlayacak şekilde sakatlamaktadır, her çocuğu mahvetmektedir.

Bir korku vardır: Şayet çocuk en başından itibaren koşullanmadan bırakılırsa o öylesine zeki, öylesine tetikte ve farkında olacaktır ki onun tüm yaşam tarzı bir başkaldırı olacaktır. Ve hiç kimse asileri istemez; herkes boyun eğen insanlar ister. Anne babalar boyun eğen çocukları sever ve unutma ki boyun eğen çocuk en aptal olandır. Başkaldıran çocuk ise zeki olandır ama ona saygı duyulmaz ya da o sevilmez. Öğretmenler onu sevmez, toplum ona saygı göstermez; o kötülenir. Ben ise senin çocuklara saygı duymanı isterim.''

Aziz NESİN - Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

''Bir insan pek çok türlü ölür. Hukuki olarak ölür, siyasi olarak ölür, fiziki olarak ölür, psikolojik olarak ölür. İnsanın tam olarak yaşayabilmesi için, bunların hepsinin birden yaşaması gerekir.''

İşte bu yüzden kahveyi seviyorum... :)


Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi

Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’