28 Nisan 2012 Cumartesi

Samimiyet


Gençlerle olumlu iletişim kuramamamızın kökeninde önyargılarımızın olduğunu düşünüyorum. Biz önyargılı bir toplumuz. İnsanları guruplara ayırıyoruz, bilinçaltımızda. Dış görünüşünde o gurubun özelliklerini taşıdığını gördüğümüzde kafamızda o guruba ayırdığımız yere oturtuyoruz ve o yere verdiğimiz değere göre davranmaya başlıyoruz. O yer bizim sevmediğimiz bir yerse o zaman o kişiyi de sevmiyoruz.
         İşte gençlik süreciyle ilgili de önyargılarımız var ve biz çocuklarımıza o önyargılarımızın penceresinden bakıyoruz. Bu da bizleri onları anlamaktan uzaklaştırıyor. Öyle anlar oldu ki kızımla çok ciddi çatışmalara girdik ve bunu uzun süreler devam ettirdik. İlerleyen süreçte konuşma zemini bulduğumuzda aslında her ikimizin de birbirimizi yanlış anladığını, davranışlarımızı veya sözlerimizi yanlış yorumladığımızı fark ettik. Aslında yapmayı veya ifade etmeyi istediğimiz şey bambaşkayken, karşımızdakinin kafamızda kurduğumuz şeyleri anlatmak istediğine inandırmıştık kendimizi. İkimiz de diğerinin suçlu olduğuna inandığımız için, geri adım atmak istememiştik. Sonuçta çatışmayla, karşılıklı üzme ve üzülmelerle dolu bir süreç yaşamıştık. Ben bu tarz sohbetlerimizde; eğer bir gerginlik olursa, ki bunun olmaması imkânsız, önce zor da olsa, gerçekte neyi anlatmak istediğimizi birbirimizin anlamasını sağlamamızı istedim. Burada amacım yanlış anlamalardan dolayı gereksiz gerginliği önlemek istememdi.
         Günlük yaşam içinde bizler de çocuklarımız da bir temponun içindeyiz ve çevrelerimizde farklı şeylerin etkisi altında kalıyoruz. Bu çevresel etkenler olumlu olduğu kadar olumsuz şeyler de olabiliyor. Bir araya geldiğimizde bu ruh halini de beraberimizde taşıyoruz. Bu ruh halini ilk yansıttığımız kişiler ailemiz oluyor. Eğer olumsuz şeylerden etkilenmişsek karşımızdakini anlamaktan uzak oluyoruz. İşte böylesi anlarda, sorunun kaynağı olabiliyor. Bu durum için benim bulduğum çözüm, bunu kızıma açık yüreklilikle anlatmak oldu. Kafam başka şeylerle meşgulken, kızgın, sıkkın veya üzgün olduğumda onu dinleyemediğimi ve beni o zamanlar için anlamasını rica ettim.
         Deneyimlerimden çıkardığım şuydu, eğer biz onları gerçekten de birey olarak kabul eder ve onlara samimiyetle açıklama yaparsak, onlar da bize daha anlayışla yaklaşıyorlar. Unutmamamız gereken şeylerden biride; onların hızlı bir büyüme içinde oldukları. Bu büyüme sadece bedensel değil, duygusal açıdan da büyüyor ve değişime uğruyorlar. Bir nevi evrim geçiriyorlar.  Bu sürecin hızı onları şaşkına döndürüyor ve saldırgan yapıyor. Şöyle düşünelim; biz anneler hamilelik sürecinde daha duygusal olabiliyor veya daha önce yapımızda olmayan yeni davranış biçimleri sergiliyor, düşünce ve davranışlarda bulunabiliyoruz. Çünkü hormonsal olarak meydana gelen değişimler bizi buna itiyor. İşte çocuklarımız için de durum bu, onlar da hormonsal değişimlere uğruyorlar. Saldırgan, üzgün, kızgın ve tembel olmaları onların içinde bulundukları bu durumdan kaynaklanıyor.
Nasıl ki bizler hamilelik sürecinde çevremizde olanlardan anlayış, hoşgörü, sevecenlik bekliyorsak ve bulamayınca inciniyorsak, çocuklarımız da, açıkça ifade edemeseler bile, aynı anlayışı bizlerden bekliyorlar...
         Bizlere de daha anlayışlı ve sevecen olmak düşüyor. 

Hiç yorum yok: