Gençlerle
olumlu iletişim kuramamamızın kökeninde önyargılarımızın olduğunu düşünüyorum.
Biz önyargılı bir toplumuz. İnsanları guruplara ayırıyoruz, bilinçaltımızda. Dış görünüşünde
o gurubun özelliklerini taşıdığını gördüğümüzde kafamızda o guruba ayırdığımız
yere oturtuyoruz ve o yere verdiğimiz değere göre davranmaya başlıyoruz. O yer
bizim sevmediğimiz bir yerse o zaman o kişiyi de sevmiyoruz.
İşte gençlik süreciyle ilgili de
önyargılarımız var ve biz çocuklarımıza o önyargılarımızın penceresinden bakıyoruz.
Bu da bizleri onları anlamaktan uzaklaştırıyor. Öyle anlar oldu ki kızımla çok
ciddi çatışmalara girdik ve bunu uzun süreler devam ettirdik. İlerleyen süreçte
konuşma zemini bulduğumuzda aslında her ikimizin de birbirimizi yanlış
anladığını, davranışlarımızı veya sözlerimizi yanlış yorumladığımızı fark
ettik. Aslında yapmayı veya ifade etmeyi istediğimiz şey bambaşkayken,
karşımızdakinin kafamızda kurduğumuz şeyleri anlatmak istediğine inandırmıştık
kendimizi. İkimiz de diğerinin suçlu olduğuna inandığımız için, geri adım atmak
istememiştik. Sonuçta çatışmayla, karşılıklı üzme ve üzülmelerle dolu bir süreç
yaşamıştık. Ben bu tarz sohbetlerimizde; eğer bir gerginlik olursa, ki bunun
olmaması imkânsız, önce zor da olsa, gerçekte neyi anlatmak istediğimizi
birbirimizin anlamasını sağlamamızı istedim. Burada amacım yanlış anlamalardan
dolayı gereksiz gerginliği önlemek istememdi.
Günlük yaşam içinde bizler de çocuklarımız
da bir temponun içindeyiz ve çevrelerimizde farklı şeylerin etkisi altında
kalıyoruz. Bu çevresel etkenler olumlu olduğu kadar olumsuz şeyler de olabiliyor.
Bir araya geldiğimizde bu ruh halini de beraberimizde taşıyoruz. Bu ruh halini
ilk yansıttığımız kişiler ailemiz oluyor. Eğer olumsuz şeylerden etkilenmişsek karşımızdakini
anlamaktan uzak oluyoruz. İşte böylesi anlarda, sorunun kaynağı olabiliyor. Bu
durum için benim bulduğum çözüm, bunu kızıma açık yüreklilikle anlatmak oldu.
Kafam başka şeylerle meşgulken, kızgın, sıkkın veya üzgün olduğumda onu
dinleyemediğimi ve beni o zamanlar için anlamasını rica ettim.
Deneyimlerimden çıkardığım şuydu, eğer
biz onları gerçekten de birey olarak kabul eder ve onlara samimiyetle açıklama
yaparsak, onlar da bize daha anlayışla yaklaşıyorlar. Unutmamamız gereken
şeylerden biride; onların hızlı bir büyüme içinde oldukları. Bu büyüme sadece
bedensel değil, duygusal açıdan da büyüyor ve değişime uğruyorlar. Bir nevi
evrim geçiriyorlar. Bu sürecin hızı
onları şaşkına döndürüyor ve saldırgan yapıyor. Şöyle düşünelim; biz anneler
hamilelik sürecinde daha duygusal olabiliyor veya daha önce yapımızda olmayan
yeni davranış biçimleri sergiliyor, düşünce ve davranışlarda bulunabiliyoruz. Çünkü
hormonsal olarak meydana gelen değişimler bizi buna itiyor. İşte çocuklarımız
için de durum bu, onlar da hormonsal değişimlere uğruyorlar. Saldırgan, üzgün,
kızgın ve tembel olmaları onların içinde bulundukları bu durumdan
kaynaklanıyor.
Nasıl ki bizler hamilelik sürecinde
çevremizde olanlardan anlayış, hoşgörü, sevecenlik bekliyorsak ve bulamayınca
inciniyorsak, çocuklarımız da, açıkça ifade edemeseler bile, aynı anlayışı bizlerden
bekliyorlar...
Bizlere de daha anlayışlı ve sevecen
olmak düşüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder