27 Nisan 2013 Cumartesi

DOSTLUĞA DEĞER BİÇMEYİN, SEVGİYE SINIR KOYMAYIN... -Can Yücel-


"Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım. Karşıma bazen gerçek yüzler, bazen sahteler çıktı ama olsun, Ben yine sadece hislerimle yaşadım. Asla sevmediğim birine 'Seni seviyorum!' demedim Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim. Dostluğuma değer biçmedim, Sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim. Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim. Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım ama 'Hata insana mahsustur!' dedim. Affettim, af diledim. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. Belki de içten içe sinsice güldüler ama asıl unuttukları şuydu: 'Ben aldanmadım. Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar, bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için. Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için. Oysa ben hiç insan kaybetmedim! Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim, o kadar!"

25 Nisan 2013 Perşembe

Ama ben en çok şeyi En kısa zamanda sana söyledim... Yalnız sana. Özdemir ASAF


YANILGI!

Bir ses kadar yakınken,
İki gözüm kadar uzaksın.
Hem yanıbaşımda,
Hem aşılmaz diyardasın.

Bazen yan yanayken uzaktık,
Bazen uzaktayken, nefes nefese…
Tel'den gelen kelimelerin sıcak yükü,
Sevinç olur, dolardı yüreğime…

Bekliyorum Lodos’tan ılık bir yel,
Buz gibi ayaz, üşüdüm, sevdiğim gel…
Kahroluyorum yanıldığıma,
Dönüp bakınca yıllarıma…


MÇH

Matruşka



Sonsuzluğun gözyaşları dinmemişken göz pınarlarımda,
Dalgın yürürken kalabalık, loş koridorlarda,
Bir bakış çepeçevre sarmaladı, sımsıkı,
Gözlerinle ilk karşılaştığımda.

Acıyla sarmaş dolaş yoğrulurken,
Bir “hiç”ti dünya, yokoluşlarda.

Parmağımda zorbalıktan bir kelepçe,
Çetin savaş başlamışken evrenimde,
Hükmü yokmuş pranganın yüreğime.

Matruşka misali, kat kat,
Sakladım seni ağlayarak.
Kahrolurken tüm bedenim,
Ağlıyordum hıçkırarak.

Artık, ince sızıydın yüreğime,
İnkar ettim tüm benliğimle,
İhanetti seni düşünmenin adı,
Boş boş bakıyorken gözlerine.

Yoktun artık düşlerimde,
Yasaktın hayalime,
Kanımla savaşırken,
Haramdın yüreğime.

MÇH

24 Nisan 2013 Çarşamba

Umuttu Öbür Adın...



Yıllarımı verdim hayaline,
Umut ektim, hasret ektim, özlem ektim üstüne.
Mutluluktu, umuttu, hasretti, özlemdi adın,
Öyle büyüttüm yüreğimde.

Gözlerinin karası, kokunun rayihası,
Sarsarken benliğimi,
Erdem diye ne varsa yeşerttiğim,
Soyundum çırılçıplak, 
geldiğimde ağlayarak.

Sevdaydı öbür adın,
Umuttu, aşktı, hasretti, özlemdi,
Özveriydi.
Acıyorken içimde bir yer,
Tükeniyorken değerler,
Sevmekti, gelmekti, sarmaktı, sunmaktı,
Varlığımı sorgusuz.

Gerçekler çarparken amansız,
Umudum düştü, denize, dermansız,
Reddettim gerçeği, göz göre göre,
Umuttu diğer adın, umarsız..

Gerçekler görünse de kare kare,
Olmaz, yıllarca ördüm çile çile,
Merdivensiz kalırken yüreğimde;
“O beni seviyor” du tek limanım.

Kanatarak söktüm umudu yerinden,
Mutluluğun rotası sapmıştı derinden,
Sevdam, hasretim, özlemim,  için için yanarken,
Gerçeğe boyun eğdim yine yeniden.


MÇH

23 Nisan 2013 Salı

Dünyayı Verelim Çocuklara & Nazım Hikmet RAN


Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler


Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair. Ya da bir fazlalık,geçmişten gelen. Fuzuli


19 Nisan 2013 Cuma

GÜVEN !



Güven, en sevdiğim duygudur. Birine güvenmek ne büyük bir huzurdur.  Güvensizlik ise kötü bir duygu olsa da güvenilmeyeceğini net bir şekilde anladığın takdirde, temkinli olmakta bir nevi güven verir insana. En kötüsü birinin güvenilir mi güvenilmez mi olduğundan emin olamamaktır. Bu kişi kaybetmeyi istemediğimiz birisiyse işimiz daha da zorlaşır.Yanılıyor olmayı ve o kişiden emin olmayı çok isteriz. Sanırım insanların yanılıyor olmayı isteyeceği nadir durumlardan biridir bu.
Hiç bir şey bilinmez olarak kalmaz, emin olamadığımız insanla ilgili gerçekler er ya da geç su yüzüne çıkar ancak bu süreçte karşımıza çıkan en büyük sorun, bekleme sürecinde  davranışlarımızı nasıl ayarlayacağımızdır.
Şöyle özetleyecek olursak;
1-Kaybetmeyi istemediğimiz bir insan. (Kaybetmeyi göze alacağımız biri olsa zaten böyle bir sorun olmaz.)
2-Güvenip güvenemeyeceğimizden  emin değiliz. (Kaybetmeyi istemediğimizden, anlamaya çalışıyoruz)
3-Güvenip güvenemeyeceğimizi anlamak için zamana gereksinim var. (Bu süreçte onunla iletişimimizde nasıl tavır sergileyeceğiz?)
Şimdi düşünüyorum böylesi bir durumu edepli olarak nasıl açıklamalı diye. Can YÜCEL’e hak vermemek elde değil. Bazı durumları, argo ya da daha kaba tabirler daha güzel açıklıyor kabul ediyorum...
Sizleri hayal kırıklığına uğrattığım için çok üzgünüm, biliyorum ki okurken çözüm arayışında olduğunuz için öneri bekliyorsunuz ama önerim yok. Kelin merhemi olsa başına sürermiş, varsa bir çözümünüz paylaşın ben de yararlanayım.
Bir önerim olmasını, çözüme ulaşmış olmayı çok isterdim çünkü böylesi durumlar yaşam kalitemi olumsuz yönde etkiliyor.
Bu konuda şöyle düşünmeden edemiyorum, “Bazı insanlar neden belirsiz olarak kalmayı tercih ediyorlar?” Bu soruya düz mantıkla cevabım, “insanın saklayacak şeyi olursa açık vermemek için bilinmez kalma maskesini kullanır.” Bu durumda yapılması gereken o kişiyi güvensiz insanlar kategorisine koyup temkinli davranmak olacaktır ama bu genel geçer kuralı “kaybetmeyi istemediğim insanlar” üzerinde uygulayamıyorum maalesef.
Bekleme sürecinin sonucunda, kişi güvenilir de olsa güvenilmez de, emin olunamayan insan için kayıp söz konusu değil. O kaybetmeyi istemiyor olsaydı zaten bir sorun olduğunu fark eder çözümü için uğraşı verirdi. Kesin olan gerçek, bu sorunun tek taraflı olduğu ve karşımızdakine biçtiğimiz değerden dolayı bu savaşımın içinde olduğumuz. 
Değişmeyen kesin kural ise güvenin tek kullanımlık olduğu ve istesen de tekrar güvenmenin imkansızlığı. 

Beyin

1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Hayatınızla ilgili Önemli kararlar alırken açık havada veya doğada deneyebilirsiniz.

2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.

5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.

6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!

7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.

8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.

10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.

11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.

12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.

13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.

15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.

16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.

19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.

20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz“Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.

İkiyüzlülük


                Son zamanlarda beni fazlasıyla meşgul eden bir düşünce var. İnsanlar neden ikiyüzlülük yaparlar? Bunun dedikodu boyutundansa bilimsel kökenlerini araştırmak istedim. Psikolojik kökeninin ne olduğunu merak ettim. Psikolojik kökenine dair kısa araştırmamda bir şeye henüz rastlayamasam da wikipedi’de ikiyüzlülükle ilgili olarak;
İkiyüzlülük veya mürailik kişinin sahip olmadığı duygu, düşünce, erdem, değer veya özellikleri, sanki sahipmiş gibi davranması veya sahip olduğunu iddia etmesidir..... İkiyüzlülük T.D.K. sözlüğünde "iki yüzlü olma durumu", yani "özü sözü bir olmama durumu" olarak, çeşitli sözlüklerde ise "dürüst olmama", "bildiğinden, inandığından ve olduğundan başka türlü görünme veya göstermeye çalışma", "aldatmaya çalışma" olarak tanımlanır. Neo-spiritüalizm’de ikiyüzlülük, kişinin yalnızca başkalarına karşı dürüst olmamasını değil, kişinin kendisine karşı dürüst olmamasını da kapsayacak biçimde kullanılır. Nefsaniyetin zararlı bir unsuru olarak kabul edilen ikiyüzlülük ya da eski deyişle samimiyetsizlik neo-spiritüalist görüşte, kısaca, kişinin nefsaniyetini maskeleyebilmek için kusurlarına bahane ve mazeretler bularak gerçeği olduğundan başka türlü görme veya gösterme çabası olarak tanımlanır.” diye açıklanmaktadır.
İnternette yaptığım araşırmada blogmilliyet’ten yaptığım alıntıda ise;
 “İkiyüzlü bu insanlar, herkese farklı davranırlar, işlerine gelmediği noktada insanları kolaylıkla birbirlerine düşürürler. Şahsiyet oluşturamadıklarından, her şahsiyete uyum sağlayabilirler, menfaatlerine uymayanı yüzüstü bırakırlar. Aynı zamanda herkesin aleyhinde rahatlıkla konuşup dedikodu yapabilir, kusur araştırır, alay etmekten büyük keyif alırlar.” Şeklinde tarif ediyor.
Uludağ sözlük’te bir öğrnci; “seninle birlikte gülerler, sohbet ederler, sevmedikleri kişileri sana çekiştirirler. İki gün sonra o çekiştirdiği kişilerle kanka olup seni dışlayan kişilerdir. Uzak durulması gerekir, insana aşırı derecede zarar verirler, hayatın her döneminde insanın karşısına çıkabilirler. Tanıyamazsınız bunları, çok iyi numara yaparlar, asalak gibidirler.” Şeklinde anlatmış ikiyüzlü insanları.
 Bilmediğim bir şey mi bunlar, hayır kesinlikle bildiğim şeyler. Böylesi insanlara rastlamak çok olası. Beni üzen kısmı bu tarz çoklu kişiliklere bürünen insanları anlamanın zor olması ve hatta bazılarının hiç anlayamaması ya da daha beteri anlamış olsa da çıkarları uğruna kullanmak adına yanında tutmayı marifet bilmesi. Aslında acınası insanlar bunlar ama yardım edilmesi en zor olanlarından. Yardım etmeye çalışırken bir bakmışsın seni alaşağı etmiş. Feleğini şaşırırsın bir anda, neye uğradığını anlayamazsın.
Neden mi paylaştım böyle bir yazıyı? İkiyüzlü insanlardan nefret ettiğim için.

Sevdiklerinize zaman ayırın. Yoksa zaman sevdiklerinizi sizden ayırır.


17 Nisan 2013 Çarşamba

ATATÜRK VE YAŞLI NİNE



Gazi çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine.
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
- Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp
- Neden sordun ki dedi. Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.
Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
- Tabii söyleyeceğim ben Sincan'ın köylerindenim bey otun güç bittiği atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi kodum Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca o da bana bilet alıverip saldı Angaraya giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim
Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.
Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan?
Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu
dolu olmuştu çok duygulandığı her halinden belliydi.
Bana dönerek
- Görüyorsun ya Gökçen işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim sen gökte aradığını yerde buldun rüyalarını süsleyen seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.
Ikisi de ağlıyordu. Iki Türk insanı biri kurtarıcı biri kurtarılan ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik.
Oradakilere şu emri verdi;
"Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."

2 Nisan 2013 Salı

JAPONLAR'DAN ÖĞRENİLMESİ GEREKEN 10 TEMEL İLKE

Japonlar,

ne hıristiyan,

ne musevi

ne de müslüman.
Ne peygamberleri,

ne de kutsal kitapları var

ama,

inandıkları insani değerler ile

bütün dünyaya ders verdiler.

Demek ki insan olmak, başka birşey.




İnternette yaygın biçimde dolaşan aşağıdaki metin Japonya deneyimine ilişkin dikkate değer noktaları dile getirdiği için, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun önerisiyle İngilizceden çevrilmiştir.



JAPONLAR'DAN ÖĞRENİLMESİ GEREKEN 10 TEMEL İLKE

Çeviren: Erkan Altinsoy (deprem danışmanı)







1. AĞIRBAŞLILIK

Hiçbir dövünme ya da aşırı hareketlerle ızdırap ifade etme görüntüsü yok. Üzüntünün kendisi yüceltildi.



2. ONUR

Su ve yiyecek kuyruklarındaki disiplin. Hiçbir kaba söz ya da sert el kol hareketi yok. Sakinlikleri övgüye değer.



3. YETENEK

Örneğin, inanılmaz mimarlar. Binalar sallandı ama yıkılmadı.



4. ERDEM

İnsanlar sadece o anda gereksinimleri olanları aldılar. Başkaları da bir şeyler alabilsin diye.



5. DÜZEN

Hiçbir dükkan yağmalama yok. Yollarda korna çalmak, sollamak yok. Sadece anlayışlı tavırlar.



6. Özverili

Elli çalışan deniz suyu pompalamak için nükleer reaktörlerin içinde kaldı. Bunların yaptıklarının karşılığı nasıl ödenebilir?



7. DUYARLILIK

Lokantalar fiyatlarında indirim yaptı. Korunmayan bir bankamatiğe hiç kimse saldırmadı. Güçlüler zayıflara baktı.



8. EĞİTİM

Yaşlılar ve çocuklar dahil herkes ne yapacağını tam olarak biliyordu. Aynen de yaptılar.



9. MEDYA

Bültenlerde kendilerini mükemmel bir şekilde dizginlediler. Aptalca konuşan muhabirler/spikerler yoktu. Sadece sakin bir şekilde yapılan habercilik. En önemlisi de,DURUMDAN FAYDALANARAK KOLAY YOLDAN KENDİNE PAY ÇIKARMAYA ÇALIŞAN POLİTİKACILAR YOKTU.



10. VİCDAN (conscience)

Bir mağazada elektrikler kesildiğinde, insanlar aldıkları şeyleri tekrar raflarına koydular ve sessiz bir şekilde çıktılar.



Ülkeleri dev bir afete uğramış durumdaki Japon vatandaşlarından dünyanın alacağı çok dersler var.

OSHO