29 Aralık 2012 Cumartesi

''Hatıralar mutlu bir hayatın hatıraları olursa güzeldir; insana güç kapanmış yaraları hatırlatınca acı şeylerdir.'' İvan Gonçarov-Oblomov


Erasmus - Deliliğe Övgü

Bir delinin aklında ne varsa, yüzünde ve dilinde de o vardır. Fakat bilge adamın iki tane dili vardır : biri gerçekleri konuşurken kullandığı, diğeriyse uygun düştüğünü düşündüğü tarzda konuştuğu. Bu kişi, siyahı beyaza dönüştürme ve aynı
rüzgarı hem soğuk hem de sıcak olarak estirme yeteneğini geliştirmiştir. Ve kendine sakladığı düşünceleriyle, kelimelere döktükleri tamamen farklıdır. Bu yüzden, prensler kendilerine doğruları söyleyecek olan hiç kimselerinin olmaması ve dalkavukları kendilerine arkadaş olarak seçmek zorunda kaldıkları için, "iyi talih"lerine rağmen bana oldukça şanssızlarmış gibi görünürler."

‎''Kime eğitimli diyeceğim? & (Sokrates)

 Ben, öncelikle koşullar tarafından yönetilmek yerine onlara egemen olan, her fırsatı yiğitçe karşılayan ve zekice hareket eden, tüm iş ve ilişkilerinde onurlu olan, huysuz kişilere ve olumsuzluklara karşı iyi yaklaşan, ayrıca zevklerini kontrol altında tutan ve talihsizliklere hiçbir zaman boyun eğmeyen, başarıyla şımarmayan insanlara eğitimli derim.'' 

21 Aralık 2012 Cuma

Bütün gece annem uyutmadı :)


Tüm günahları paylaşmalıyız seninle.
Rakıyı aynı bardaktan küfürü bir ağızdan etmeliyiz ! 
Korkuyorum çünkü! 
Ya farklı cehennemlere gidersek sevgili ? 

Küçük İskender

19 Aralık 2012 Çarşamba

YAŞAM İÇİN



Kural 1: 

Asla kendinden şüphe etme... Sen ne hissediyorsan o her zaman doğrudur. Dünyadaki bütün insanlar toplansa ve sana aksini söylese bile senin hissettiklerin senin için doğrudur. Onlar farklı hissedebilir, farklı düşünebilir ama bu senin hissettiklerinin yanlış olduğunu göstermez, sadece onlardan farklı olduğunu gösterir.

Kural 2: 

Asla farklı olduğun için utanma. Eğer çevrende senin gibi düşünen, seni anlayan insanlar yoksa o zaman çirkin ördek yavrusu hikâyesini hatırla... Muhtemelen sen yanlış yerde, yanlış insanlarla birlikte olduğun için seni anlamıyorlardır. O halde hedefin, ait olduğun yeri bulmak olmalıdır. Asla muhteşem bir kuğu olduğun gerçeğini unutma ve ördek olmak için uğraşma.

Kural 3:

Geçmişte yaptıkların için pişmanlık duyma ve özür dileme. Yaşadıklarının senin için önemli bir ders olduğunu kendine hatırlat. Bu tecrübe ile aldığın bilgiyi özenle incele, olayda yaptığın hataları ve yeniden aynı durumda olsan nasıl davranacağını iyice düşün ve gelecek olaylar için kendini hazırla. Kırılan vazo tamir edilemez ama gelecekte başka vazoların kırılması önlenebilir

Kural 4: 

Mümkün olduğunca kimsenin senin adına karar vermesine izin verme ama başkalarının haklı olabileceğini de unutma. Bu hayat senin ve istediğin gibi yaşamaya hakkın var, fakat başkalarını dinle ve onların bakış açısını anlamaya çalış.

Kural 5:

Ailen dışındaki insanlarla ilişkilerinde, asla kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atma ve kendini hayallerle kandırma. Her zaman ama her zaman önce sen gelmelisin. Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzmeyi tercih etme. Sen kaldırabiliyorsan, onlarda kaldırabilir. Karşındaki insan senin mutluluğunu düşünmüyorsa ve senin üzülmene yol açıyorsa, o zaman o insan sana değer vermiyor demektir. Bu kişileri değiştireceğini ya da sana zamanla önem vereceğini düşünme. Sana karşılıksız sevgi veren ve senin için her şeyi göze alabilecek tek insanlar ailendir.

kural 6

Asla kaybetmekten korkarak, sırf inanmak istediğin için karşındaki insanın sevgi sözcüklerine inanma. Sevgi insanın kalbindedir, gözlerindedir, davranışlarındadır, ses tonundadır, sana verdiği önemde ve değerdedir, senin için yaptığı fedakârlıklardadır. İnsanlar çok kısa zamanda sevgi sözcüklerini umarsızca dağıtmaya başlarlar. Bunları dinle ama gerçek sevgiyi karşındakinin davranışlarına bakarak bul. İnanmak istediğin için değil, gerçek olduğu için karşındaki insanın sözlerine inan...

Kural 7:

Her zaman ama her zaman, mutlaka kalbini dinle. Hayatta senin için neyin doğru olduğunu bir tek içindeki ses söyleyebilir. Dolayısıyla içindeki sesle konuşmayı öğren. Her gün kendinle kalmak için zaman ayır ve kalbini dinle. Başka şekilde hissetmek için ikna etmeye değil, gerçekten ne hissettiğini bulabilmek için dinlemeye çalış. Bazen içindeki ses sana çok zor geleni yapmanı söyleyebilir ya da duymak istemediklerini söyleyebilir. Korkma ve içindeki sesi dinlemeye devam et...

Kural 8: 

Her zaman ama her zaman, mutlaka kendine iyi davran. Kendini sev, şefkatle yaklaş. Yanlış yaptığında acımasızca kendini eleştirip üzme... Aksine başını okşa, kendini kucakla ve her şeyin geçeceğini söyle. Üzgün olduğunda, kırıldığında, acı çektiğinde, mutsuz hissettiğinde kendine özen göster, tıpkı hasta bakar gibi kendine bakım uygula. Yapmaktan hoşlandığın aktivitelerle meşgul ol ve bu durumdan çıkarak kimsenin seni incitmesine, üzmesine izin vermeyeceğini göster.

Kural 9: 

Hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu asla unutma ve bedel ödemekten istemediğin için kendini boşlukta bırakma. Örneğin bir insanı incitmişsen, ödeyeceğin bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer seni sevmeyen biriyle birlikteysen, yalnız kalmaktan korkup ilişkini sürdürme, çünkü bunun bedeli sevgisiz bir hapiste yaşamaktır. Eğer farklı olmaktan korkuyorsan ve başka insanları taklit edip onlar gibi olmaya çalışıyorsan, ödeyeceğin bedel kendine olan saygını yitirmek olacaktır. Diğer taraftan bazen kendin gibi olmanın bedelinin de yalnız kalmak olduğunu unutma. O halde yaşamda her zaman bir bedel ödeyeceğini hatırla. Bir adım atmadan önce mutlaka ödeyeceğin bedeli bil ve kazanacaklarına değip değmediğine bakarak kararlarını ver.

Kural 10:

İnsanlara karşı nazik ve sevecen ol, ne olursa olsun asla bir başka insanı kırmak için konuşma, bilinçli olarak üzmeye çalışma ve kendi acını hafifletmek için bir başkasını yaralama.

Kural 11: 

Hayatta en büyük dostun sen olabileceğin gibi hayattaki en büyük düşmanın gene sen olabilirsin. Seçimini yap ve kendin için dostun mu yoksa düşmanın mı olacağına karar ver. Yaşamdaki tüm acıları atlatabilirsin, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilirsin, istersen kötü alışkanlıklarını bırakabilir ve her zaman yeniden başlayabilirsin. İstersen kendine yeni bir hayat kurabilirsin. Eğer sen kendinin dostu olabilirsen…

17 Aralık 2012 Pazartesi

Gökte bir yıldız kayarsa eğer, Sen yıldızı tut çocuk....


UMUT dile......
BARIŞ dile.....
SEVGİ dile......



Can Yücel...

Eskici & Bedri Rahmi Eyüboğlu





Eskiden yeterdim kendime; artardım bile,
Şimdi ne yapsam nafile!
Ve kim demiş ´Can eskimez.´ diye.
Bu can tedirgin tende,
Can da eskimiş, ben de.

En Büyük Mezar İnsanın Kalbine Gömdükleridir

Belki de insan sevilmekten çok anlaşılmak ister...
- İnsan en mutsuz anlarında ona sevgisini verebilecek, hep yanında olabilecek bir dost bir yoldaş ister değil mi? Hepinizin zor zamanlarınızda sarıldığınız, sarılmayı bekleyen biri vardır karşısında. Mutluluğu, sevgiyi, şefkati onda bulursunuz çoğu zaman. Belki onun sayesinde atlatırsınız yaşadıklarınızı. Bir güzel sözle, bir tatlı sözle adeta yerden yükselirsiniz göğe doğru. Sizi kurtaran çevrenizden gördüğünüz sevgidir aslında. Ama bazen sevilmekten çok anlaşılmayı isteriz hayatta. Karşınızdakine anlattıklarınızı o anlamıyorsa, ilgiyle sevgiyle bakmıyorsa yüzünüze, o zaman hayata tutunduran dallar da birer birer eksilmeye başlar işte.

Önce karşındakini anlayacaksın, oturup dinleyeceksin sabahlara kadar. Onu dinlemessen, hayatta yaşayacağın tüm olumsuzluklara şimdiden alışman gerekecek. Ve gün gelecek o da seni anlayamayacak. Ona sevgini vermessen, biraz olsun omzuna başını koymasına izin vermezsen işte sen de mahkumsundur yalnız kalmaya.
Seviyorsanız esirgemeyin sevginizi ama daha çok anlamaya çalışın, konuşmaya çalışın karşınızdakiyle. En çok ihtiyaç duyduğu anda yanında olmazsanız onu kaybedersiniz. Gün gelir pişmanlıklar yaşarsınız kaybettiğiniz için, içinizdeki sevgiyi vermediğiniz için. Ve anlaşılmayı beklediği, onu anlayamadığınız için...

PDR Dr.Fatih Kalkinc

16 Aralık 2012 Pazar

İginç bir olay : YAS TUTAN FİLLER


2 Mart 2012'de Afrika'daki bir insanın ölümünün ardından, akıllara durgunluk veren bir olay oldu.

Lawrence Anthony adında bir çevre korumacı, Afrika'da yaşadığı evde ani bir kalp krizi geçirdi ve vefat etti. Fillerle iletişim kurabilmesiyle, kontrol edilemez derecede agresif filleri sakinleştirmesiyle bililenen Anthony, birçok filin hayatta kalmasını sağlamıştı. Arazilerine gird
iği için veya saldırdığı için insanlar tarafından vurulan filler, Anthony sayesinde sakinleşmiş ve insanlar için herhangi bir 'tehdit' olmayı bırakmışlardı.

Şaşırtıcı olan olay ise, Anthony'nin ölümünden 12 saat sonra yaşandı.

Evine, kurtardığı fillerden bir grup tek sıra halinde yürüyerek geldi. 12 saatlik mesafeden geldiği sanılan bu filler, 2 gün boyunca evinin etrafında kaldılar. Bir gün içerisinde başka bir yerden bir fil sürüsü daha geldi, onların da katettiği mesafeye bakıldığında, yola Lawrence Anthony'nin öldüğü an çıktıkları anlaşıldı.

Bu iki fil sürüsü, kendilerine bakan, iletişim kurabildikleri, sevdikleri insanın ölümüne yas tutmaya gelmişlerdi. Filler, ölüme yas tutan ender hayvanlardan biri. Ölü fil gördüklerinde, kendi gruplarından olsun olmasın, yas tutar, bedeni açıkta kaldıysa, üzerini dallarla ve yapraklarla örterler. Aynada kendilerini tanır, suyu daha sonra içebilmek üzere çukurlara gömerler ve inanılmaz bir hafızaya sahiptirler.

Anlaşılan o ki bağlantı kurdukları bir kalbin durduğunu kilometrelerce öteden hissedecek kadar hassaslar. Anthony'nin öldüğünü nasıl anladıkları bir soru işareti, ama aynı zamanda da gelişleri, kalbin enerjisinin/iletişiminin tür farkı gözetmeksizin, çok geniş bir alana yayıldığının da kanıtı.

Not: Fotoğraf ilk grubun eve gelişini gösteriyor.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Her şeyi unut ama umut etmeyi unutma.


İçimdeki ağlayan küçük kız. Sus artık. Bak kimse duymuyor seni, duymadı. Kimse anlamadı. Paslı kalbini hançerlediler. Evet, sen de göründüğün kadar masum değilsin, bunu çok iyi biliyoruz. Gözlerin gibi kalbin de görmez oldu önünü kimi zaman, hatalara düştün. Çoktandır içindesin, saklandığın yerde. O köşede. Cebinde biriktirdiğin anıları çıkarıyorsun her gece. Tekrar tekrar yaşanmışlıklar diyarına girip, masalların gidişatını değiştirmeye çalışıyorsun. Başında kuzuyken sonunda kurda dönüştüğün masallarda kendi rollerini değiştirerek yeniden oynuyorsun umarsızca. Yorma kendini. Nasıl yaşandıysa öyle. Hatalarını topla sepetine, devam et yoluna. O kağıt para kadar ucuzdu işte ilişkilerin... Yorma kendini. Ne sen değiştin ne de onlar. Her gece yeniden kaleme alsan da yaşadığın masalları, hepsi sepetinde aynı haliyle.. Değiştiremezsin. Utanma hatalarından. Ders çıkar. Biliyorum, kalbin çok yaralı; hatalarının boyunu aşarcasına yaraladılar. Ama sen de yara açtın unutma. Elbette bu senin yanına alacağın zaferin değil. Zafer gülümsemelerini hiç takmadın suratına. Yanına alacağın tek şey umutların olsun artık. Her şeyi unut ama umut etmeyi unutma. Yoksa ölürsün küçük kız.
Ölürsün...


Ne istediğini biliyorsan ve o yönde karar almışsan, bir bedel ödemen gerekebilir. Bu bedel ilk başta ağır da gelse sonunda özsaygını kazanırsın.


11 Aralık 2012 Salı

Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümid yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Hayâl içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

ÖZDEMİR ASAF

Hala Anlamadınız Değil mi...


Önemli olan HAKLI ya da HAKSIZ olmak değil!
Kavganın... KAZANANI yoktur.
Ya kaybedersiniz ya da daha çok kaybedersiniz.
Önemli olan KALP kırmamak.
Önemli olan YARGILAMADAN,
KARŞILIKSIZ sevebilmek ve iyilik yapabilmek.
Haklı bile olunsa ÖZÜR DİLEYECEK kadar asil olmak, bilge olmaktır.
EGONUZU kontrol edemediğiniz sürece, o sizi kontrol etmeye devam edecek.
Böyle olduğu sürece tüm dünya sizin bile olsa asla MUTLU olamayacaksınız.

-Albert Einstein-

10 Aralık 2012 Pazartesi

Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu.

İyi hissediyorsun, kötü hissediyorsun ve bu hisler kendi bilinçaltından, kendi geçmişinden kabarıp yükseliyor.Senden başka kimse sorumlu değil. Kimse seni kızdıramaz ve kimse seni mutlu edemez.Kendi kendini mutlu ediyorsun, kendi kendini kızdırıyorsun ve kendi kendini üzüyorsun. Bunu fark etmediğin sürece bir köle olarak kalacaksın.

“Başıma gelen ne olursa olsun kesinkes ben sorumluyum. Koşulsuz 
olarak her ne olursa olsun kesinlikle ben sorumluyum.” Kişi bunu fark edince kendi kendisinin efendisi haline gelir.

Başlangıçta bu senin canını sıkıp üzecek çünkü sorumluluğu başkasına atabilirsen yanlış yapmadığın için kendini iyi hissedebilirsin. Karın saldırgan davranışlarda bulunuyorsa ne yapabilirsin ? Kızmak zorundasın. Ama unutma karın kendi ruhsal mekanizmaları nedeniyle saldırgan davranıyor. O sana karşı saldırgan değil. Sen orada olmasaydın çocuklara saldıracaktı. Çocuklar orada olmasaydı bulaşıklara saldıracaktı; onları yere çarpmış olacaktı. Radyoyu kırmış olacaktı. Bir şey yapmış olması gerekiyordu; saldırganlık geliyordu. Gazete okurken bulunman ve sana karşı saldırması sadece bir rastlantıydı. Yanlış bir zamanda elinin altında bulunman sadece bir rastlantıydı.

Kızgınsın, karın sana saldırganlaştığı için değil; o sadece uygun durumu sana sağladı hepsi bu. O sana kızman için bir olasılık, kızman için bir bahane vermiş olabilir ama kızgınlık kabarmaktaydı. Karın orada olmasaydı aynı şekilde kızmış olacaktın; başka bir şeye, bir fikre ama kızgınlık orada olmak zorundaydı. O senin kendi bilinçaltından gelmekte olan bir şeydi.

Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu. Sorumlu olmaktan başlangıçta çok canın sıkılacak çünkü sen her zaman mutlu olmak istiyor olduğunu düşünmüştün; o halde nasıl olur da kendi mutsuzluğundan sorumlu olabilirsin? Her zaman mutluluktan uçmayı arzuluyorsun, nasıl olur da kendi kendine kızabiliyorsun? Ve bu yüzden sorumluluğu başkalarının üzerine atıyorsun.

Eğer sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edecek olursan şunu unutma ki bir köle olarak kalacaksın çünkü hiç kimse başka birisini değiştiremez. Başka birini nasıl değiştirebilirsin? Hiç birisi başka birini değiştirmiş midir? Dünyadaki en az yerine gelmiş dileklerden birisi başka birisinin değişmesini istemektir. Bunu hiç kimse bugüne kadar yapamadı, bu imkansızdır çünkü başka bir insan da kendinden menkul bir varoluş sürer; onu değiştirmezsin. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edersin ama diğerini değiştiremezsin. Ve sorumluluğu başkalarına attığın için de temel sorumluluğun sana ait olduğunu hiç göremezsin. Temel değişiklik kendi içinde gereklidir.

Tuzağa şu şekilde düşersin: Şayet tüm eylemlerinden, tüm ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başlarsan başlangıçta depresyona gireceksin. Ama bu depresyonun içinden geçebilirsen hemen sonra ışığı hissedeceksin çünkü artık başkalarından özgürleştin. Artık kendi kendine çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Bütün dünya özgür ve mutlu olmasa bile farketmez. Ve ilk özgürlük başkalarına sorumluluğu atmayı bırakmaktır ve ilk özgürlük sorumlu olduğunu bilmektir. O zaman pek çok şey birden mümkün hale gelir.

Osho ( Farkındalık kitabından alıntıdır)



İyi hissediyorsun, kötü hissediyorsun ve bu hisler kendi bilinçaltından, kendi geçmişinden kabarıp yükseliyor.Senden başka kimse sorumlu değil. Kimse seni kızdıramaz ve kimse seni mutlu edemez.Kendi kendini mutlu ediyorsun, kendi kendini kızdırıyorsun ve kendi kendini üzüyorsun. Bunu fark etmediğin sürece bir köle olarak kalacaksın.

“Başıma gelen ne olursa olsun kesinkes ben sorumluyum. Koşulsuz 
olarak her ne olursa olsun kesinlikle ben sorumluyum.” Kişi bunu fark edince kendi kendisinin efendisi haline gelir.

Başlangıçta bu senin canını sıkıp üzecek çünkü sorumluluğu başkasına atabilirsen yanlış yapmadığın için kendini iyi hissedebilirsin. Karın saldırgan davranışlarda bulunuyorsa ne yapabilirsin ? Kızmak zorundasın. Ama unutma karın kendi ruhsal mekanizmaları nedeniyle saldırgan davranıyor. O sana karşı saldırgan değil. Sen orada olmasaydın çocuklara saldıracaktı. Çocuklar orada olmasaydı bulaşıklara saldıracaktı; onları yere çarpmış olacaktı. Radyoyu kırmış olacaktı. Bir şey yapmış olması gerekiyordu; saldırganlık geliyordu. Gazete okurken bulunman ve sana karşı saldırması sadece bir rastlantıydı. Yanlış bir zamanda elinin altında bulunman sadece bir rastlantıydı.

Kızgınsın, karın sana saldırganlaştığı için değil; o sadece uygun durumu sana sağladı hepsi bu. O sana kızman için bir olasılık, kızman için bir bahane vermiş olabilir ama kızgınlık kabarmaktaydı. Karın orada olmasaydı aynı şekilde kızmış olacaktın; başka bir şeye, bir fikre ama kızgınlık orada olmak zorundaydı. O senin kendi bilinçaltından gelmekte olan bir şeydi.

Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur, tamamıyla sorumlu. Sorumlu olmaktan başlangıçta çok canın sıkılacak çünkü sen her zaman mutlu olmak istiyor olduğunu düşünmüştün; o halde nasıl olur da kendi mutsuzluğundan sorumlu olabilirsin? Her zaman mutluluktan uçmayı arzuluyorsun, nasıl olur da kendi kendine kızabiliyorsun? Ve bu yüzden sorumluluğu başkalarının üzerine atıyorsun.

Eğer sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edecek olursan şunu unutma ki bir köle olarak kalacaksın çünkü hiç kimse başka birisini değiştiremez. Başka birini nasıl değiştirebilirsin? Hiç birisi başka birini değiştirmiş midir? Dünyadaki en az yerine gelmiş dileklerden birisi başka birisinin değişmesini istemektir. Bunu hiç kimse bugüne kadar yapamadı, bu imkansızdır çünkü başka bir insan da kendinden menkul bir varoluş sürer; onu değiştirmezsin. Sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya devam edersin ama diğerini değiştiremezsin. Ve sorumluluğu başkalarına attığın için de temel sorumluluğun sana ait olduğunu hiç göremezsin. Temel değişiklik kendi içinde gereklidir.

Tuzağa şu şekilde düşersin: Şayet tüm eylemlerinden, tüm ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başlarsan başlangıçta depresyona gireceksin. Ama bu depresyonun içinden geçebilirsen hemen sonra ışığı hissedeceksin çünkü artık başkalarından özgürleştin. Artık kendi kendine çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Bütün dünya özgür ve mutlu olmasa bile farketmez. Ve ilk özgürlük başkalarına sorumluluğu atmayı bırakmaktır ve ilk özgürlük sorumlu olduğunu bilmektir. O zaman pek çok şey birden mümkün hale gelir.

Osho ( Farkındalık kitabından alıntıdır)

9 Aralık 2012 Pazar

Tersine yaşanmalıydı hayat tersine yaşanmalıydı bence.



Tersine yaşanmalıydı hayat tersine yaşanmalıydı bence.
Önce ölümü savuşturmalıydık başımızdan.
Yirmi yılımızı huzur evinde geçirip, çok gençleştiğimiz için atıl
malıydık.
Altın bir saatimiz olduktan sonra ise başlamalıydık.
Kırk yıl çalışmalıydık, ta ki emekliliğin tadını çıkarabilecek denli gençleştiğimiz güne kadar.
Üniversiteye gitmeliydik sonra, liseye hazır hale gelene dek parti yapmalıydık
İyice ufalmalıydık, oyun oynayıp sorumlulukları unutmalıydık.
Küçük bir kız ya da bir erkek bebek olunca annemize dönmeli,
Son dokuz ayımızı yüzerek geçirmeli
Ve sevgi dolu bir bakışta son bulmalıydık.

Bil ki önemli değildir kaç kez yenildiğin. Çünkü asıl önemli olan, Kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin! Sigmund Freud

7 Aralık 2012 Cuma

Ne yormak istedim seni.
Ne de yormak kendimi.
Çok çalıştım,
Gitmeye de kalmaya da.

İkisi de aynı acı.
İkisi de rezil..
Daha öncede gitmiştim
Ama böyle kalarak değil.

Can Yücel

6 Aralık 2012 Perşembe

Gitmek & Can YÜCEL



Gitmek
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun… İstemek de güzel.

5 Aralık 2012 Çarşamba

” Dünyanın en büyük cezaevi, cahil insanin kafasının içidir. ” * Montaigne


Platon/Devlet

”Çok az kimse başkasının acısının tadına varmanın, kendi ruh halini etkileyeceğinin farkındadır; başkasının acısına merhamet duyma eğilimini artıran kimsenin, kendi acıları söz konusu olduğunda bu acısı kolay kolay dindirilemez.” 

4 Aralık 2012 Salı

Bilgelikle Yaşama Sanatı & Özgür BACAKSIZ


Her Şeyden Çok Korkardım...

Her şeyden çok korkardım, insanların beni terketmesinden, tek kalmaktan, ailemden, sevdiklerimden.. Maneviyatını hissettiğim her değerden korkardım... Çünkü bu değişilmez tek acıydı. Sonra bu korku daha çok yayılırdı, rüyalar, gelecek, umutlar derken virüs gibi tüm hayatımda etkinliğini gösterirdi. Neden korktuğumu, nerede yanlış yaptığımı, hayat ipimin hangi noktada kıvrılıp düğümlendiğini bulamazdım. İnzivama çekilmeye bile fırsat yoktu! (....) Cesaret edemezdim, büyümemiştim...

Güzel olan her şeyin korkarak değerini bilirdim, fakat hayat bunları bana karşı cimri kullanırdı. Kapışırdık hep, o beni yine korkutmaya devam ederdi... İstediklerimi vermezdi.
İsmimdeki ve ruhumdaki özgürlüğü hiç koruyamazdım. Dört mevsimde her acıtı tadardım. Bu ateş ağır ağır yanıyordu görmüyordum, ama ben sürekli alevlendirirdim onu, kızdırırdım hayatı. Hayatla şakalaşılmayacağını bilmezdim. Diyorum ya büyümemiştim. Okumamıştım ki Tezer Özlü'yü, Dostoyevski'yi.. B
en bu satırları yazacağımı bile bilmezdim.. Ben hayatla çok oynamıştım. O benim her şeyimi aldı.

Her zaman ziyaret ediyor beni, yine aldığı çok şey var. Ama yazılarımı alamıyor. İçimdeki çocuğu alamıyor. Çünkü onu anlatıyorum, onu yazıyorum. O anlatılmayı açığa çıkmayı hiç sevmiyor. Ruh dünyamdaki bariyerlerin amansız direnişini çok iyi biliyor. Çünkü biliyor artık bu çocuğun hayata bir yük değil görev olarak baktığını...

Sonra içimdekileri aldım ve ruhumun derinliklerine sakladım, bu fahiş hayat yalnızca orada rahat bırakıyordu beni....

Bir gecenin en sancılı dakikalarında,
ö.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Düşünce Sevgi Değildir..


‎            ''Kinizmin çok yaygın olduğu bir dünya burası ve kinizm duygusal yakınlık, ilgi ve sevgiyi tolere edemez. Sanırım şu özelliğimizi kaybettik – şefkat özelliğimizi. Şefkatin ne olduğunu analiz etmeyin – o kolaylıkla analiz edilebilir. Sevgiyi analiz edemezsiniz; sevgi beynin sınırları dışındadır; çünkü beyin bir algılama aracıdır; tüm reaksiyon ve aksiyonun merkezidir ve biz bu sınırlı alanda barışı ve sevgiyi bulmaya çalışıyoruz. Yani, düşünce sevgi değildir; çünkü düşünce ister şu anda isterse de gelecekte olsun sınırlı olan deneyime ve yine her zaman sınırlı olan bilgiye dayanır. Yani bilgi her zaman sınırlıdır. Ve beyinde hafıza olarak bulunan bilgiye sahip oluruz ve bu bilgiden düşünce fışkırır. Eğer bir kişi kendini incelerse, kendi düşünce, deneyim ve bilgi aktivitesine bakarsa, bu çok basit ve kolay bir şekilde gözlemlenebilir. Bunu anlamak için kitap okumanıza ya da uzman olmanıza gerek yoktur. Yani, ister şu anda isterse de gelecekte olsun düşünce her zaman sınırlıdır. Ve biz tüm problemlerimizi, teknolojik, dinsel ve kişisel problemlerimizi düşünce aktivitesi ile çözmeye çalışıyoruz. Açıktır ki düşünce sevgi değildir; sevgi bir duyumsama ya da zevk değildir; o arzunun bir sonucu da değildir. O tamamen farklı bir şeydir. Konu aslında şefkat olan ve kendine özgü bir zekası bulunan sevgiye geldiğinde kişinin kendisini, ne olduğumuzu anlaması gerekmektedir – analiz uzmanları yoluyla değil; kendi üzüntülerimizi, kendi zevklerimizi ve kendi inançlarımızı anlayarak.
            Biliyorsunuz ki, dünyanın neresine giderseniz gidin, insanlık, insanlar çeşitli nedenlerden dolayı acı çekiyorlar; acıya, üzüntüye yol açan olay önemsiz olabileceği gibi çok çok derin etkilere yol açan bir olay da olabilir. Ve dünyadaki her insan bunu ister küçük ölçekte isterse de ölüm gibi çok feci bir olay şeklinde olsun mutlaka yaşıyor. Ve üzüntü tüm insanlık tarafından paylaşılmaktadır; bu yalnızca sizin ya da benim üzüntüm değildir; bu tüm insanlığın üzüntüsü, tüm insanlığın tedirginliği, acısı, yalnızlığı, çaresizliği ve saldırganlığıdır. Yani, siz ve ben insanlığın bir kısmını oluşturuyoruz; bizler psikolojik olarak insanlardan ayrı değiliz. Kadın olabilirsiniz ya da bir erkek olabilirsiniz; uzun boylu, siyah, kısa boylu vb. olabilirsiniz; fakat içsel olarak, psikolojik olarak ki bu çok daha önemlidir, biz insanlığın bir kısmını oluşturuyoruz. Sizler insanlığın bir parçasısınız ve eğer birbirinizi öldürürseniz, birbirinizle çatışma içine girerseniz, kendinizi yok ediyorsunuz demektir. Eğer herhangi bir çarpıtma olmadan çok çok dikkatli bir şekilde kendinize bakarsanız bunu gözlemleyebilirsiniz. Dolayısıyla barış yalnızca, insanlıkta, sizin ve benim içimde herhangi bir çatışma olmadığında ortaya çıkabilir.”


Krishnamurti

22 Kasım 2012 Perşembe

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

Nazım Hikmet kadim dostu Abidin Dino'ya "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?" diye soruyor ya, işte bu resim sanki mutluluğun resmi.


18 Kasım 2012 Pazar

Güneş topla benim için

Umutların arasından
Kirpiklerin karasından
Döşte bıçak yarasından canım
Güneş topla benim için

16 Kasım 2012 Cuma

Keşke dememek için okunmalı,

Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı,
Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine,
Parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.
Hatalarını daha az düzeltir, onunla daha çok yakınlık kurmaya çalışırdım.
Onu sadece gözlerimle izler, ona saat kısıtlamaları koymazdım.
Daha bilgili olmaya çalışır, ona daha çok şefkat gösterirdim.
Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar, uçurtmalar uçururdum.
Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine, onunla oyunlar oynardım.
Onunla kırlarda koşar, yıldızları seyrederdim.
Onu daha sık kucaklar, daha az hırpalardım.
Ona karşı katı davranmaz, onu daha çok yüreklendirirdim.
Önce benlik saygısı kazanmasını sağlar, bir ev sahibi olmayı daha sonra düşünürdüm.
Ona güce karşı sevgi duymak yerine, sevginin gücünü öğretirdim.

Diane Leomans —

Epiktetos – Düşünceler ve Sohbetler

Bir hekim bir hastaya gider ve ona şunu söyler: “Sıtmanız var. Bugün hiçbir şey yemeyiniz, yalnız su içiniz.“ Hasta ona inanır, teşekkür eder ve ücretini verir. Filozof da bir kültürsüze şöyle der:” Azgın isteklerinizin sonu yok. Kaygılarınız bayağıdır. İnançlarınız sahtedir, yanlıştır. Kültürsüz öfkelenerek gider ve alçaltıldığını söyler. BU ayrılık nereden geliyor? Çünkü hasta ağrısını duyar ama bilgisiz bu acıyı duymaz. (s.88) 

15 Kasım 2012 Perşembe

AşK-IN yeni bir boyutu...

Artık kimseye bağımlı olmadığını farkettiğin an derin bir sesssizlik, ferahlama ve rahatlama duyarsın... Bu sevmekten vazgeçtiğin anlamına gelmez... Aksine, ilk kez yeni bir değere, AşK-IN yeni bir boyutuna kavuşmuş oluyorsun... Biyolojik olmayan, diğer tüm ilişkilerden daha dostça bir AşK-A... İşte bu nedenle dostluk lafını hiç kullanmıyorum ben, çünkü o "gemi" herşeyi batırdı.

OSHO

Zeka ve Ayrıntı Takıntısı

Bazen bir olayı irdelediğimde kimsenin aklına gelmeyecek yönlerini fark ettiğimi düşünürüm. Keşfettiğim bu yönleri diğer insanlara anlattığımda ise garipsenen ben olurdum hep. Daha düz, daha olağan düşünmek birçok durumda en sağlıklısı olsa gerek; zira farklı olmak, her zaman işe yarar olmak demek değildir.

“Günlük hayatımızda ve insanlarla olan alışverişlerimizde fazla parlak ve keskin bir zekâ göstermek de doğru değildir. Derin bir anlayış bizi fazla inceliğe ve fazla meraka götürür. Zekâmızı olaylara ve dünya işlerine daha elverişli bir hale getirebilmek için biraz ağırlaştırmak, körleştirmek, onu bu karanlık ve bayağı hayata uydurmak için karartmak ve bulandırmak lazımdır. Nitekim gevşek ve alelade zekâlar işleri daha kolaylıkla daha başarıyla çevirirler. Yüksek ve ince felsefi düşünceler iş görmeye elverişli değildir. Keskin bir fikir inceliği, kabına sığmayan bir zekâ çevikliği, işlerimize engel olur. Dünya işlerini daha hoyratça, daha gelişigüzel yürütmeli ve her zaman talihle büyük bir pay bırakmalıdır. İşleri derin, inceden inceye düşünüp aydınlatmaya lüzum yoktur. “ 

Denemeler Kitap II, Bölüm XX / Les Essais - Michel de Montaigne

GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME & AHMET TELLİ


Gün biter gülüşün kalır bende 
anılar gibi sürüklenir bulutlar 
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır 
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz biter sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur cellat olur her gece

Her gece yeniden bir talan başlar
acı ses olur, ses deli bir yağmur
eski bir eylüle gireriz böylece

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim, sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenir kimliğime


(Belki Yine Gelirim)

14 Kasım 2012 Çarşamba

Sevgi Besleyicidir

‎''Kim seni bütünüyle, koşulsuzca kabul ederse değişmeye başlarsın. Onun kabulü sana böyle bir cesaret verir. Olduğun gibi kabul edilmen seni bütünleştirir, seni kendine güvenli kılar, seni kendin gibi hissettirir. O zaman beklentileri yerine getirmene gerek yoktur, sen olabilirsin. Bu yüzden sevgi bu kadar besleyicidir.''

Osho

"Kaybetme cesareti olmayanın, gerçeği söyleme kapasitesi yoktur". Jerry Brown

"Kaybetme cesareti olmayanın, gerçeği söyleme kapasitesi yoktur". diyor Jerry Brown. 

"Halbuki, gerçekleri söylediğin için kaybedeceğin şeylerin hiç bir ehemmiyeti yoktur." 

admin

10 Kasım 2012 Cumartesi

Zarif ve zeki bir beyin için, midemizi besler gibi, beynimizi de güzel ve görkemli fikirlerle beslemeliyiz.

“İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemeli” der Goethe. Zarif ve zeki bir beyin için, midemizi besler gibi, beynimizi de güzel ve görkemli fikirlerle b
eslemeliyiz. Her gün birkaç felsefi fragman okumak, insanın beynini spor salonuna götürmesine benzer. Mantık kaliteniz yükselir, bağımsız düşünme kapasiteniz artar, entelektüel estetik duygunuz gelişir. Her güne büyük düşünürlerden birkaç sözle başlamak, gündelik hayatın rutini içinde kaybettiğimiz anlamı ve derinliği görmemizi sağlar. Milyonlarca üyesi olan Felsefe Kulübü’nün kurucusu olan Özgür, seçtiği sözlerle beyninizi özgürleştiriyor. Bu sözler, yayınlandıkları sitede aldıkları oya göre seçilmiş, reytingin çemberinden geçmiş düşünceler. Her sabah bir dilim düşünceyi aklınıza atmadan evden çıkmayın.

Mümin Sekman
Her Şey Seninle Başlar’ın yazarı.


“Eğer bir şeyden vazgeçebiliyorsanız, onun sizi tutsak etmesinin de önüne geçersiniz.." Nelson Mandela

8 Kasım 2012 Perşembe

Her olayda elinizden kaçan ama dokunulabileceğiniz bir lütuf vardır; onu ancak daha sonra görebilirsiniz. Bir tüy gibi zamansız gelir konar vücudunuza, yine zamansız uçar gider. Bazıları da tüy düştüğü an üfler, bilir acı verir... ö.bacaksız

Samed Behrengi/ Küçük Kara Balık

"Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikâyet ederler.

Ben o şekilde ölmek istemiyorum. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret; yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?"

3 Kasım 2012 Cumartesi

Alt yapısı olmayan lüks villalar gibiyiz


Önceden saygı vardı, annelerimiz sokak ortasında bir şeyler atıştırmamızı istemezdi ya da bakkaldan gelirken görünmez torbalar içinde getirilirdi yiyecekler, görüpte canı çeken olur diye. Şimdilerde özellikle göstererek yemek moda oldu. Hadi onu geçtim, alışveriş ihtiyaçtan değil artık istekten de değil, arsızlaşmış bir egonun ürünü olup çıktı. Her gün çarşı pazar gezmek gezerken gördüğünü almak belki bir gün belki de hiç giymemek adetten oldu. Ha bunu yapanların çok parası olduğundan da değil, sorsan kendini mutlu etmek için. Artık mutluluk bile anlamını yitirdi, insanlar mutluluğun ne olduğunu bilemez haldeler. Alışveriş yaparak mutlu olduğunu sanıyorlar sadece. Yaş ortalaması 30-40 ve üzerinde olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlarlar, eskiden yeni bir şey alındığında, bu çok küçük bir şey bile olsa, yaşadığın sevinci şimdi poşetler dolusu yeni şeyler aldığında hissediyor musun? Ben hissetmiyorum açıkçası, önceden yeni şeyin hayaliyle uyur sabah ilk uyandığımızda aklımıza ilk o gelir, içimizde tarifsiz sevinç duyardık. Şimdi ise daha eve gelmeden sönüyor o heves ve hatta zaten hiç olmuyor.
Yine sanal aleme laf atmadan edemeyeceğim, ne yapayım gördükçe dayanamıyorum. Hadi ihtiyaç dışı alışverişle sahip olunmaya çalışılan mutluluğu geçtim, sosyal paylaşım siteleri üzerinden alacağı ya da aldığı şeyin reklamına ne demeli. Ben pes diyorum artık pess... İnsanlar kendini değersiz hissettikçe değerli bulduğu nesneler üzerinden değer kazanmaya çalışıyor anlaşılan.. Hadi bunu da geçtim, daha kötüsü buna itibar eden kişi sayısının fazlalığı dudaklarımı uçuklatıyor.
İnsanoğlu, doğar, yaşar ve ölür. Bu vazgeçilmez bir denklemdir, ha bazısı daha az bazısı daha çok, bazısı bedensel engelli, bazısı oldukça sağlıklı, bazısı görünüşte sağlıklıyken karamsarlığın keşmekeşinde boğularak, kimisi de bedensel özürlüyken bile mutlu, bazısı maddesel kalabalığın içinde yapayalnız, bazısı da yalnızlığın içinde kendiyle dolu dolu yaşar. Yani sonuçta bir yaşam söz konusu. Hani bir şarkı sözü var ya “kimler geldi kimler geçti” diye, şimdi bu aklıma geldi gerçekten de bu yeryüzü aleminde kimler geldi yaşadı ve öldü. Neden biz çok azını biliyoruz, neden çok azı yüzyıllar boyu kendinden söz ettirmişken sayısını ifade dahi edemeyeceğim çokluktaki kişinin adı bile anılmaz? İnsanoğlu yaşamını sabah gözlerini açmak, günü bir şekilde doldurmak ki günümüzde bu doldurulan günün büyük kısmı sanalda olmak üzere, alışverişte, dedikoduda, karamsarlıkta, beğenmemekte, mutluluğu bekleyerek oluyor. Akşam yatma vakti hadi bakalım yat, ertesi gün yine benzer şeyler ve böylelikle ömür bitiyor. Hadiii öldün, e peki sen bu dünya için, çevrendeki bir tek kişi için ne yaptın? En başta kendin için ne yaptın?  
Arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluk ilişkileri ve hatta hatta evlilik kurumu hissi olmaktan çoktan çıktı. Herşey hesaplar üzerine kurulu. Düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla kurulan dostluklar(!), külüne muhtaç olmak zihniyetinden tamamen uzak sadece işime yarar mantığıyla işleyen komşuluk ilişkileri, maddi yeterliliğe dayandırılan büyük aşk evlilikleri(!), hepsi gözlerimi yaşartıyor...
Çocukluğumda hatırlıyorum da, konu komşudan biri öldüğünde tutulan yasa herkes saygı duyardı. En azından böyle bir gelenek vardı, şimdilerde aynı mahalleden bir evden cenaze çıkarken diğer evden davullu zurnalı gelin çıkıyor.
Özgüvenimizi artıracağız derken yozlaştık, bencilleştik. Modernleşeceğiz derken benliğimizi yitirdik.  Alt yapısı olmayan lüks villalar gibiyiz mamafih. Dışı süslü, içinde suyu, kanalizasyonu, elektriği ve telefonu  olmayan, taş yığını.