27 Eylül 2012 Perşembe

‎''Düşünmenin temel ahlaki ilkesi sık sık "Acaba" sorusunu sormaktır." & Zülfü Livaneli

‎''Düşünmenin temel ahlaki ilkesi sık sık "Acaba" sorusunu sormaktır. Çünkü her öznel doğrunun gerisinde gölgeli, kuşkulu bir alan mevcuttur. Akıllı insanlar sürekli olarak kendi vicdanlarıyla ve bilgileriyle hesaplaşırlar. "Ben her şeyi bilmem ama her gün bir şey öğrenirim" derler. Mediokr yani benim pek sevdiğim bir deyimle "orta zekalı" olanlar ise hiçbir şeyi sorgulamazlar. Kamplaşmış taraflardan birine ait olurlar, hayatı bu şekilde algılarlar. Onlara göre dünya basittir, hiçbir karmaşıklığı yoktur. Her şey siyah/beyaz netliğindedir.

Bir taraf yüzde yüz haklı, öteki taraf yüzde yüz haksızdır. Bazen, içinde bulundukları safları değiştirirler; ama dünyayı basit ve mutlak görme alışkanlıkları değişmez. ''Acaba"sı olmayan insanlar için bu dünyada hiçbir gizem yoktur. Ne doğum, ne ölüm, ne aşk, ne inanç, ne insan ruhunun karmaşıklığı.. Onlar her şeyi bilirler. Bilmeyenler ise Montaigne, Dostoyevski, Einstein, Nietzsche, İbn Rüşd gibi kafası karışık insanlardır.''

Zülfü Livaneli

20 Eylül 2012 Perşembe

Özsaygı/ SAİM KOÇ & NİL GÜN


Özsaygı temelimiz sıfır-altı yaşları arasında atılır. Eğer ebeveynlerimiz çocuk yetiştirme konusunda bilinçliyse, az sancılı bir ergenlik ve olgun bir yetişkinlik bizim için doğal bir gelişim sürecidir.
Ama kaçımızın bireysel gelişim açısından gelişkin ebeveyne sahip olduğumuz söylenebilir ki?
Ne yazık ki ezici bir çoğunluk henüz kendisi çocukluktan çıkamamış anne babalar ya da anne baba yerine geçen kişiler tarafından yetiştirildi. Neredeyse hepimiz temelleri çürük binalar gibiyiz.” 

17 Eylül 2012 Pazartesi

Biz Küçükken Çok Büyüktük - Nazım Hikmet RAN

Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken.

Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti
bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik.

Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı. Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye, teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu.

Sonra mı? Büyüdük. Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük.

- Nâzım Hikmet Ran |

14 Eylül 2012 Cuma

Yıllar sonra her şeyin varlığına hasret kalıyorsunuz.

Gün geliyor her şey sizin olmaktan çıkıyor. Büyüdüğünüz ev, en sevdiğiniz dostlarınız, akvaryumdaki balıklarınız, ve diğer türler... Hepsi sizin olmaktan çıkıyor. Yıllar sonra her şeyin varlığına hasret kalıyorsunuz. 

Bundan sonra doğru o
lduğuna inandığın şeyi de yapamıyorsun, çünkü tüm doğrular geride kaldı, varlığındaki gerçek hariç. Ortalıkta gerçek yok, her sabah bir sayfa daha bom boş eksiliyor. Gururumuzu bırakıp isteneni yapmamız gerekiyor, ama yapamıyoruz. Okyanustaki gemiler gibi batıyoruz, önce yavaş yavaş, sonra birden. Sonra cansız bir bedenin suyun üstüne serili... Kimimiz kayaya vuruyor, kimimiz kayaya bile vurmuyor. Okyanusta çürüyor.





Özgür BACAKSIZ




devamı....

6 Eylül 2012 Perşembe

İnternete Bilimsel(!) bir bakış :)


            İnternet, bilgiye ulaşmayı hızlandırması açısından çok yararlı bir araç olmasına karşın, bilgide seçiciliği zorlaştırdığı için de yorucu bir kaynaktır. Bunun yanında eğlence amaçlı kullanımının  çok fazla olması ise yarardan çok zarar getiriyor.  Hele sosyal iletişim siteleri var ki, yaşayan(!) bir dünya (naklen yayın)...
            Orada kim ne yapıyor, nereye gitmiş, ne yemiş, ne içmiş, nereye bakmış ve hatta ne zaman uyumuş hemen anlıyorsunuz. Fiilen görüşmeden de insanlarla ilgili anlık bilgiler ediniyorsun. Kanka/Kanki (Arkadaş) edinip ve hatta popi(!) (popüler demekmiş) oluyorsun. Ben bunları yeni kuşak adaylarından öğreniyorum.
Şunu da belirteyim, yeni kuşakla iletişim kurmakta hiç kolay değil, size tavsiyem yanınızda bir tercüman bulundurmanız.J Ben kızıma soruyorum bilmediğim kelimeleri ve bu sayede genel kültürümü geliştiriyorum(!) tabi bunu yaparken “ayyy anne bunu bilmiyor musun? Ha ha ha!” ifadesine maruz kalıyorum. İstifimi bozmamaya çalışsam da acaba ben mi gerilerde kaldım, kendimi güncelleyemedim mi düşüncesinin beni sarmalayıp sarsmasına da engel olamıyorum ama neyse ki bu uzun sürmüyor geçeği kavrıyorum..
            Dilimizin yozlaşmasına bir katkı da sanal alemden gelmiş oluyor böylelikle. Sanal bir dil ortaya çıkmış bulunmakta, anlayabilene aşk olsun...
            Bütün bunların yanında ayrıca sosyal iletişim sitelerine başka işlevsellikler de yüklenmiş durumda; mesela “Sanal laf dokundurma sanatı”J , hele bir de siyaset sanatı icra ediliyor ki akıllara zarar, dini vecibeler bile artık sosyal iletişim siteleri üzerinden yapılıyor. Yakında Hacı bile olacaklar google earth sayesinde.
            Sanal öyle bir oluşum ki tek parmak hareketiyle çok şey yapabildiğin ama fiziksel olarak hiç bir şey yapamadığın bir ortam. (parmak egzersizini saymazsakJ) Nasıl ki tuzu yeterince kullandığımızda yiyeceklerimize karşı konulmaz lezzetler katıp fazla kullandığımızda ise ölüme neden olabilecek zararları davet ediyorsak, sanal da öyle. Fazlası zarar yani, mesela hızını alamayıp laf dokundurma sanatını abarttığında olumsuz belirtiler ortaya çıkıyor. J Sanalda laf dokundurma sanatını icra eden arkadaşlarla gerçek hayatta karşılaştığımda, sanalda sergilenen eğlenceli kişiliğin aksine, somurtkan bir ifadeyle dolaştıklarını görüp şaşkına dönüyorum. Eee bu da yan etkisi olsa gerek. J  Tuz deyince çocukluğumda annemden dinlediğim tuz kadar seviyorum masalı geldi aklıma ve gülümsedim ama o masalı burada anlatmayacağım.J
            Sanal siyasetle ilgili yan etkiler konusunda kesin sonuçlara ulaşamamakla birlikte kısaca fikir beyanında bulunmadan geçmek istemedim, sanalda yapılan siyaset insanların birbirlerini aşağılayan cümleleri bol keseden kurmasına neden olduğu için, öfkeye ve dolayısı ile nabzın hızlanmasına, deyim yerindeyse burnundan solumaya neden olduğu için bedene zararlı olsa gerek. J 
            Dini vecibeler konusu ise şöyle gelişiyor, dualar yazılıp sanal aleme gönderiliyor ve Allah Rızası için dağıtılması ve sevabının alınması isteniyor. Bu sayede paylaşanlar manevi huzura(!) kavuşurken bu işi tezgahlayanlar da tıklanma kazancına kavuşuyorlar. J Alan memnun satan memnun yani, en zararsızı bu olsa gerek. (!)
            Bugün çocukça muzipliğin penceresinden bir bakış atayım dedim bu satırlar döküldü belleğimden. Ben çok eğlendim yazarken umarım sizler de okurken eğlenirsiniz. Kontrollü sanallar diliyorum herkeseJ