Dibe vurmuşken yüzeye çıkmayı başarmak,
her tarafın kırık dökükken yürümeye çalışmak...
Nefes almak,
yemek yemek, yıkanmak, uyumak, uyanmak, çalan kapıya bakmak, bir merhaba demek,
konuşmak ne zor şeylermiş meğer. Bunlar olağan şeyler değil miydi? Peki şimdi
neden bu kadar zor? Uyanmak istemiyorum, çünkü dünün aynısı, ne var güzel olan,
bardağın dolu tarafı neresi? Bir ses geliyor uzaktan, “anne” diyor. Bakıyorum o
ses aslında hemen yanı başımda, peki neden bu kadar uzaktan geliyor kim bu anne
diye seslenen? Şimdi hatırlıyorum galiba benim bir çocuğum vardı, var mıydı, ne
zaman doğmuştu, hangi yıldayız? Çok uzun yaşadım, yaşamımın sonlarındayım, bu
küçük çocuk benim olabilir mi? Bana bakıyor, anlamaya çalışıyor minicik
yüreğiyle. Kapatıyorum gözlerimi, kaçmak istercesine, anlayamıyorum çünkü hiçbir şeyi. Neler oluyor,
ben ne yapıyorum, peki ben kimim, ne işim var burada? Yine aynı ses “anne, neden
yatıyorsun, başın mı ağrıyor anne, hasta mısın?” kurtulmak için evet diyorum, o
bu seferde “anne sen ölme!” diyor gözleri dolu dolu. Allahım ben ne yapacağım?
Kalkıyorum
yerimden, ona bakıyorum, anlamaya çalışıyor, ağlamaklı, soran gözlerle, bakıyor
yüzüme. Gülümsemeye çalışıyorum gülümsemem donuyor yüzümde, sanki gülümsemeyi
bilmiyorum, hiç öğrenmemişim, hiç gülümsememişim gibi. Sarılmak istiyorum
kollarım ağır kalkmıyor yerinden. Ne oldu kollarıma? Ağlamak istiyorum
ağlayamıyorum, gücüm yok. Minicik kollarıyla sarılıyor, bir şeyler anlatıyor,
aklınca beni güldürecek. Bir kez daha deniyorum gülümsemeyi, galiba bu sefer
biraz başardım, mutlu oluyor ama hala endişeli. Çok bile dayandı...
Zorluyorum
kendimi, ona sımsıkı sarılıyorum, tutuyorum ellerinden ve hayata, yeniden merhaba...
Hayatın
içinden bir çığlık
Hayatın
içinden bir çığlık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder