Yaşam bir savaştır, yaşama sevinci ise yaşanmışlıklarla
alakalıdır. Hiçbirimiz olumsuz şeylerle karşılaşmayı istemeyiz, ne var ki bu
yaşam denen olgunun içinde mümkün değildir. İnsanın yaşam kalitesini ise
yaşadığı olaylar karşısındaki tutum ve davranışları belirler. İnsanoğlu
duygular yumağıdır, farklı durumlar karşısında farklı duygularla çevrelenir.
Kızgınlık, hayal kırıklığı, üzüntü, mutluluk, sevinç, öfke, utanma vb. gibi.
Olumsuzluklar karşısında ilk
hissettiğimiz duygu süreklilik arz ederse ciddi bunalımlarla karşı karşıyayız
demektir. Bu duyguyu bir süre sonra olumlularıyla değiştirmeyi başarırsak
yaşamda o raundu kazanmış sayılırız. Anton Çehov “Hayata karşı küskünlüğümüz;
yanımızda sandığımız kişileri, karşımızda görmemizle başlar!” demiştir. Bu
gerçekten de büyük yıkımdır insan için. Bu tarz yanılgılara daha az düşmemiz
insanları iyi tanımamızdan geçer. Saygı, sevgi ve güvenin olduğu sağlıklı ortamlarda
yetişmemiş insanlar duygusal anlamda yeterince gelişemezler. Olayları doğru algılama yeteneği gelişmemiş
kişilerse hayatta daha çok üzülürler.
Baskının, yasakların ve sorgulamanın
olmadığı bir eğitim tarzı benimsenmiştir Anadolu’da. Anne ve baba hata yapmaz,
onlar en doğruyu bilir, çocuklar onların sözlerine uymazlarsa telafisi olmayan hatalar
yaparlar, şeklinde psikolojik baskılar altındadır çocuklar özellikle de gençler.
Çocuk veya gencin bastırılarak, göreceli toplumsal kurallara uyum sağlaması istenir
bu eğitim tarzında. Bir nevi doğasına aykırı davranması için zorlanır.
Doğasının getirilerini suçluluk duyarak hisseder çocuk. Yapmakla yapmamak
arasındaki ince çizgidedir hep, tabi bu koşullarda kişisel gelişim söz konusu dahi değildir. Gençliğinin getirisi olan coşkunluk duygusu ayıp olarak nitelenir ve
ayıplanır. Genç içindeki coşkudan suçluluk duymaya başlar, olgun davranmayı
başaramamaktadır. Yanış olduğunu bildiği ya da yanlış diye öğretilen ama bir
türlü engelleyemediği coşkunluk içindedir yüreği. Bütün bu karmaşıklık
yetmiyormuş gibi bir de onunla ilgili kararlar ailesi tarafından alınmaktadır.
Yani onun bir değeri yoktur, kendisini değersiz hisseder hep. Bir yandan
suçluluk duygusu diğer yandan peşini bırakmayan coşkunluk, kendini değersiz
hissetme derken farklı bir kişilik çıkar ortaya. Düşüncelerini doğrudan
söyleyemeyen, dolaylı yollardan anlatmaya çalışan veya da bastıran... Bu tarz
ortamlarda yetişen insanlar arasında bir konu hiçbir zaman olduğu gibi
konuşulmaz, hoşa gitmeyen şeyler direkt söylenmez içte biriktirilir veya farklı,
daha legal olaylarla anlatılmaya çalışılır. Sorunlar direkt konuşulmaz, dolaylı
olarak anlatılır veya da hiç anlatılmaz.
Bastırılan duygular sapmalara neden
olur. Baskıya maruz kalarak yetişmiş kişi çevresinde gelişen olayları doğru
olarak algılayamaz. Kendisiyle ilgili bir şeyleri oturtamamışken, bir değer
oluşturamamışken ya da yanlış değerler oluşturmuşken doğru algılama beklemek,
umutsuz bir hayaldir.
Yaşam savaştır ama baskılar
yaşamdaki savaşı daha da çetinleştirir. Günümüzde bu tarz baskıların, en azından
bir kesim için, daha az veya da hiç olmadığını düşünüyorum ama kırsal
kesimlerde hala, değersizleştirilerek, baskıyla verilen eğitimler devam
etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder