''Düşünmenin temel ahlaki ilkesi sık sık "Acaba" sorusunu sormaktır. Çünkü her öznel doğrunun gerisinde gölgeli, kuşkulu bir alan mevcuttur. Akıllı insanlar sürekli olarak kendi vicdanlarıyla ve bilgileriyle hesaplaşırlar. "Ben her şeyi bilmem ama her gün bir şey öğrenirim" derler. Mediokr yani benim pek sevdiğim bir deyimle "orta zekalı" olanlar ise hiçbir şeyi sorgulamazlar. Kamplaşmış taraflardan birine ait olurlar, hayatı bu şekilde algılarlar. Onlara göre dünya basittir, hiçbir karmaşıklığı yoktur. Her şey siyah/beyaz netliğindedir.
Bir taraf yüzde yüz haklı, öteki taraf yüzde yüz haksızdır. Bazen, içinde bulundukları safları değiştirirler; ama dünyayı basit ve mutlak görme alışkanlıkları değişmez. ''Acaba"sı olmayan insanlar için bu dünyada hiçbir gizem yoktur. Ne doğum, ne ölüm, ne aşk, ne inanç, ne insan ruhunun karmaşıklığı.. Onlar her şeyi bilirler. Bilmeyenler ise Montaigne, Dostoyevski, Einstein, Nietzsche, İbn Rüşd gibi kafası karışık insanlardır.''
Zülfü Livaneli
27 Eylül 2012 Perşembe
21 Eylül 2012 Cuma
20 Eylül 2012 Perşembe
Özsaygı/ SAİM KOÇ & NİL GÜN

Ama kaçımızın bireysel gelişim açısından gelişkin ebeveyne sahip
olduğumuz söylenebilir ki?
Ne yazık ki ezici bir çoğunluk henüz kendisi çocukluktan çıkamamış
anne babalar ya da anne baba yerine geçen kişiler tarafından yetiştirildi.
Neredeyse hepimiz temelleri çürük binalar gibiyiz.”
17 Eylül 2012 Pazartesi
Biz Küçükken Çok Büyüktük - Nazım Hikmet RAN
Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken.
Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti
bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik.
Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti
bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik.
Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı. Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye, teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu.
Sonra mı? Büyüdük. Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük.
- Nâzım Hikmet Ran |
Sonra mı? Büyüdük. Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük.
- Nâzım Hikmet Ran |
14 Eylül 2012 Cuma
Yıllar sonra her şeyin varlığına hasret kalıyorsunuz.

Bundan sonra doğru o
lduğuna inandığın şeyi de yapamıyorsun, çünkü tüm doğrular geride kaldı, varlığındaki gerçek hariç. Ortalıkta gerçek yok, her sabah bir sayfa daha bom boş eksiliyor. Gururumuzu bırakıp isteneni yapmamız gerekiyor, ama yapamıyoruz. Okyanustaki gemiler gibi batıyoruz, önce yavaş yavaş, sonra birden. Sonra cansız bir bedenin suyun üstüne serili... Kimimiz kayaya vuruyor, kimimiz kayaya bile vurmuyor. Okyanusta çürüyor.
Özgür BACAKSIZ
devamı....
6 Eylül 2012 Perşembe
İnternete Bilimsel(!) bir bakış :)
İnternet,
bilgiye ulaşmayı hızlandırması açısından çok yararlı bir araç olmasına karşın,
bilgide seçiciliği zorlaştırdığı için de yorucu bir kaynaktır. Bunun yanında
eğlence amaçlı kullanımının çok fazla
olması ise yarardan çok zarar getiriyor.
Hele sosyal iletişim siteleri var ki, yaşayan(!) bir dünya (naklen
yayın)...
Orada kim ne
yapıyor, nereye gitmiş, ne yemiş, ne içmiş, nereye bakmış ve hatta ne zaman
uyumuş hemen anlıyorsunuz. Fiilen görüşmeden de insanlarla ilgili anlık
bilgiler ediniyorsun. Kanka/Kanki (Arkadaş) edinip ve hatta popi(!) (popüler
demekmiş) oluyorsun. Ben bunları yeni kuşak adaylarından öğreniyorum.
Şunu da belirteyim, yeni kuşakla
iletişim kurmakta hiç kolay değil, size tavsiyem yanınızda bir tercüman bulundurmanız.J Ben kızıma soruyorum bilmediğim
kelimeleri ve bu sayede genel kültürümü geliştiriyorum(!) tabi bunu yaparken
“ayyy anne bunu bilmiyor musun? Ha ha ha!” ifadesine maruz kalıyorum. İstifimi
bozmamaya çalışsam da acaba ben mi gerilerde kaldım, kendimi güncelleyemedim mi
düşüncesinin beni sarmalayıp sarsmasına da engel olamıyorum ama neyse ki bu
uzun sürmüyor geçeği kavrıyorum..
Dilimizin
yozlaşmasına bir katkı da sanal alemden gelmiş oluyor böylelikle. Sanal bir dil
ortaya çıkmış bulunmakta, anlayabilene aşk olsun...
Bütün
bunların yanında ayrıca sosyal iletişim sitelerine başka işlevsellikler de
yüklenmiş durumda; mesela “Sanal laf dokundurma sanatı”J , hele bir de siyaset sanatı icra
ediliyor ki akıllara zarar, dini vecibeler bile artık sosyal iletişim siteleri
üzerinden yapılıyor. Yakında Hacı bile olacaklar google earth sayesinde.
Sanal öyle
bir oluşum ki tek parmak hareketiyle çok şey yapabildiğin ama fiziksel olarak
hiç bir şey yapamadığın bir ortam. (parmak egzersizini saymazsakJ) Nasıl ki tuzu yeterince
kullandığımızda yiyeceklerimize karşı konulmaz lezzetler katıp fazla
kullandığımızda ise ölüme neden olabilecek zararları davet ediyorsak, sanal da
öyle. Fazlası zarar yani, mesela hızını alamayıp laf dokundurma sanatını
abarttığında olumsuz belirtiler ortaya çıkıyor. J Sanalda laf dokundurma sanatını icra
eden arkadaşlarla gerçek hayatta karşılaştığımda, sanalda sergilenen eğlenceli
kişiliğin aksine, somurtkan bir ifadeyle dolaştıklarını görüp şaşkına
dönüyorum. Eee bu da yan etkisi olsa gerek. J
Tuz deyince çocukluğumda annemden dinlediğim tuz kadar seviyorum masalı
geldi aklıma ve gülümsedim ama o masalı burada anlatmayacağım.J
Sanal
siyasetle ilgili yan etkiler konusunda kesin sonuçlara ulaşamamakla birlikte
kısaca fikir beyanında bulunmadan geçmek istemedim, sanalda yapılan siyaset
insanların birbirlerini aşağılayan cümleleri bol keseden kurmasına neden olduğu
için, öfkeye ve dolayısı ile nabzın hızlanmasına, deyim yerindeyse burnundan
solumaya neden olduğu için bedene zararlı olsa gerek. J
Dini
vecibeler konusu ise şöyle gelişiyor, dualar yazılıp sanal aleme gönderiliyor
ve Allah Rızası için dağıtılması ve sevabının alınması isteniyor. Bu sayede
paylaşanlar manevi huzura(!) kavuşurken bu işi tezgahlayanlar da tıklanma kazancına
kavuşuyorlar. J Alan memnun satan memnun yani, en zararsızı bu olsa gerek. (!)
Bugün
çocukça muzipliğin penceresinden bir bakış atayım dedim bu satırlar döküldü
belleğimden. Ben çok eğlendim yazarken umarım sizler de okurken eğlenirsiniz. Kontrollü
sanallar diliyorum herkeseJ
1 Eylül 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)