Bilim adamları insan doğası üzerine çeşitli araştırmalar yapmışlardır. Bir gurup bilim
adamı tarafından rekabetçilik ve saldırganlığın doğuştan var olan güdüler olduğu düşünülmüştür. Modern psikolojide ise bunun sonradan geliştiği yönündeki düşünce ağır basmaktadır. “ Saldırgan davranış, çoğu zaman,
tehdide ya da yoksun bırakılmaya karşı tepkidir. Eğer gerçek buysa, tehdit
edici ve hayal kırıklığına uğratıcı durumları mümkün olduğu kadar elimine
ederek insan saldırganlığı önemli ölçüde azaltılabilir. Örneğin, eski çocuk
büyütme uygulamaları –yetişkinlerin koyduğu standartlardan herhangi bir sapmayı
cezalandırma, büyüyen çocuğun normal isteklerinin tatminini engelleme- şüphesiz
düşmanca, saldırgan tepkilere yol açtı.... Öte yandan, eğer sıcak ve
benimseyici bir tutumla çevrili çocuklar, sıcak ve sevgi gösteren yaratıklar
olurlarsa, saldırganlığın doğuştan olmaktan çok öğrenildiği sonucunu çıkarmaz
mıyız?” şeklinde rekabetçilik ve saldırganlığın doğuştan geldiği düşüncelerine karşı çıkmaktadır.
Kendini bilime adamış, bu konuda
araştırmalar yapmış ve bu uğurda yıllarını harcamış birisi değilim ancak ben de
modern psikolojide belirtildiği gibi rekabetçi ve saldırgan davranışın sonradan
geliştiği düşüncesine kısmen katılıyorum. Diğer düşünüş tarzına katıldığım
tarafsa genlerle ilgili; belirli özellikler sonraki nesillere genlerle aktarılıyor,
bu da doğuştan bazı özellikleri bünyemizde barındırdığımız sonucuna ulaştırıyor
beni. Ancak davranışların şekillenmesinin, yaşam içindeki koşullara bağlı
olduğu kanaatindeyim.
Sevgiden yoksun insanların gözlerinde hep aynı ifade
vardır. Farklı davranış biçimleri benimseseler de bakışlar aynıdır. Kimi bunu gizlemek için saldırganlaşır,
kimi çok neşelidir, kimi gözyaşlarını kahkahalarının arkasına gizlemiştir, kimi
maddiyatta aramaktadır sevgiyi, kimi de iş koliktir.
Türkler çok misafirperverdir deniliyor ya ben buna
inanmayanlardanım. Palavra gibi geliyor kulağıma. Kendine değer vermemenin
başka bir boyutu diye düşünürüm bunu. Sadece karşısındakini mutlu etmeye
çalışmak kendine değer vermemektir bana göre. Eğer eşit koşullarda bir paylaşım
varsa asıl misafirperverlik, asıl paylaşım o esnada yaşanıyordur.
Yine gelelim çocuk ve gençlerimize. Hep şikayet ederiz,
her istediğini yapıyorum, görmediğim genişliği gösteriyorum diye. Bunlar olumlu
adımlar olmakla birlikte eksik olan yanı, onları her koşulda, hatalarıyla
sevememektir. Hatalarını konuşmak, uyarmak mutlaka gerekli davranış biçimidir,
ancak hatalarından dolayı onu dışlamak, hiçe sayarak cezalandırmak onun
kişiliği üzerinde yıkıcı etkilere sahiptir. Bir çocuğu dünyaya getirmek sadece kendi
egomuzu tatmin etmekten öteye gitmiyorsa, vereceklerimiz bizim isteklerimizle
sınırlıysa, çocuğumuz doyumsuzken, biz çok şey verdiğimize inanarak kendimizi
rahatlatırız sadece.
Çocuklarımız,
çocukluğunu ve gençliğini bizlerin yanında geçirirken hayata da hazırlanırlar.
Bu hazırlıkta onlara verebileceğimiz en önemli şey kendileridir. Onlara saygı
duymalı, benliklerini geliştirmelerine olanak vermeliyiz. Gereksiz kısıtlamalar
olmamalı hayatlarında. Sınırlarımız mutlaka olmalı ama bunlar makul
sınırlamalar olmalı. Eğer yaptığınız sınırlamanın doğru ancak çocuğunuz
tarafından kabul görmediğini düşünüyorsanız o zaman bu sınırlamanın şeklini
değiştirmeniz gerekiyor demektir. Her yemeği sevmeyiz ancak benzer malzemeler
farklı yemeklerde kullandığımızda sevmediğimizi sandığımız yemeğin ana
maddesini başka bir tatla birlikte tüketiriz. İşte çocuklarımıza da böyle yaklaşmalıyız.
Hammadde aynı olmalı ama şekli kabul edilir şekilde değiştirilmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder