20 Mayıs 2012 Pazar

Hammadde aynı olmalı ama şekli kabul edilir şekilde değiştirilmeli.


            Bilim adamları insan doğası üzerine çeşitli araştırmalar yapmışlardır. Bir gurup bilim adamı tarafından rekabetçilik ve saldırganlığın doğuştan var olan güdüler olduğu düşünülmüştür.  Modern psikolojide ise bunun sonradan geliştiği yönündeki düşünce ağır basmaktadır.  “ Saldırgan davranış, çoğu zaman, tehdide ya da yoksun bırakılmaya karşı tepkidir. Eğer gerçek buysa, tehdit edici ve hayal kırıklığına uğratıcı durumları mümkün olduğu kadar elimine ederek insan saldırganlığı önemli ölçüde azaltılabilir. Örneğin, eski çocuk büyütme uygulamaları –yetişkinlerin koyduğu standartlardan herhangi bir sapmayı cezalandırma, büyüyen çocuğun normal isteklerinin tatminini engelleme- şüphesiz düşmanca, saldırgan tepkilere yol açtı.... Öte yandan, eğer sıcak ve benimseyici bir tutumla çevrili çocuklar, sıcak ve sevgi gösteren yaratıklar olurlarsa, saldırganlığın doğuştan olmaktan çok öğrenildiği sonucunu çıkarmaz mıyız?” şeklinde rekabetçilik ve saldırganlığın doğuştan geldiği düşüncelerine karşı çıkmaktadır.
            Kendini bilime adamış, bu konuda araştırmalar yapmış ve bu uğurda yıllarını harcamış birisi değilim ancak ben de modern psikolojide belirtildiği gibi rekabetçi ve saldırgan davranışın sonradan geliştiği düşüncesine kısmen katılıyorum. Diğer düşünüş tarzına katıldığım tarafsa genlerle ilgili; belirli özellikler sonraki nesillere genlerle aktarılıyor, bu da doğuştan bazı özellikleri bünyemizde barındırdığımız sonucuna ulaştırıyor beni. Ancak davranışların şekillenmesinin, yaşam içindeki koşullara bağlı olduğu kanaatindeyim.
            Sevgiden yoksun insanların gözlerinde hep aynı ifade vardır. Farklı davranış biçimleri benimseseler de bakışlar aynıdır.  Kimi bunu gizlemek için saldırganlaşır, kimi çok neşelidir, kimi gözyaşlarını kahkahalarının arkasına gizlemiştir, kimi maddiyatta aramaktadır sevgiyi, kimi de iş koliktir.
            Türkler çok misafirperverdir deniliyor ya ben buna inanmayanlardanım. Palavra gibi geliyor kulağıma. Kendine değer vermemenin başka bir boyutu diye düşünürüm bunu. Sadece karşısındakini mutlu etmeye çalışmak kendine değer vermemektir bana göre. Eğer eşit koşullarda bir paylaşım varsa asıl misafirperverlik, asıl paylaşım o esnada yaşanıyordur.
            Yine gelelim çocuk ve gençlerimize. Hep şikayet ederiz, her istediğini yapıyorum, görmediğim genişliği gösteriyorum diye. Bunlar olumlu adımlar olmakla birlikte eksik olan yanı, onları her koşulda, hatalarıyla sevememektir. Hatalarını konuşmak, uyarmak mutlaka gerekli davranış biçimidir, ancak hatalarından dolayı onu dışlamak, hiçe sayarak cezalandırmak onun kişiliği üzerinde yıkıcı etkilere sahiptir.  Bir çocuğu dünyaya getirmek sadece kendi egomuzu tatmin etmekten öteye gitmiyorsa, vereceklerimiz bizim isteklerimizle sınırlıysa, çocuğumuz doyumsuzken, biz çok şey verdiğimize inanarak kendimizi rahatlatırız sadece.  
Çocuklarımız, çocukluğunu ve gençliğini bizlerin yanında geçirirken hayata da hazırlanırlar. Bu hazırlıkta onlara verebileceğimiz en önemli şey kendileridir. Onlara saygı duymalı, benliklerini geliştirmelerine olanak vermeliyiz. Gereksiz kısıtlamalar olmamalı hayatlarında. Sınırlarımız mutlaka olmalı ama bunlar makul sınırlamalar olmalı. Eğer yaptığınız sınırlamanın doğru ancak çocuğunuz tarafından kabul görmediğini düşünüyorsanız o zaman bu sınırlamanın şeklini değiştirmeniz gerekiyor demektir. Her yemeği sevmeyiz ancak benzer malzemeler farklı yemeklerde kullandığımızda sevmediğimizi sandığımız yemeğin ana maddesini başka bir tatla birlikte tüketiriz.  İşte çocuklarımıza da böyle yaklaşmalıyız. Hammadde aynı olmalı ama şekli kabul edilir şekilde değiştirilmeli. 

Hiç yorum yok: